Militarizm in, gelecek out…
Sezgin Tanrıkulu‘na yapılanlardan sonra çürüyen yapının parça parça döküldüğünü ve topluca eski reflekslere dönüldüğü gördük. Ancak “bilgi çağında” verimlilik hızla düşüyor. Militarizme övgüler düzmek bu hayati soruya cevap vermiyor.
Yüzüncü yıldönümünü kutlayan CHP başta olmak üzere militarizmin ateşli taraftarlarına ve bütün yaşamı insan haklarını savunmakla geçmiş olan Sezgin Tanrıkulu’na saldıranlara öncelikle 28 Ağustos 2020 tarihli bir haberi hatırlatmak isterim.
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, Şırnak Uludere’ye bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin 1994’te askeri uçaklar tarafından bombalandığına, yaşamını yitiren 38 kişi ile yaralananların ve yakınlarının yaşam haklarının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermişti.
AYM, soruşturmada gerekli özenin gösterilmediğini, bu nedenle sorumlular cezalandırılmadan dosyanın zamanaşımı nedeniyle takipsizlikle kapatıldığını da vurgulamıştı.
Kuşkonar Köyü Katliamının ortaya çıkarılması Tahir Elçi sayesinde olmuştu. Askeri yetkililerin doğru bilgi vermemesi üzerine durumu sivil havacılığa sorarak gerçeği ortaya çıkarmıştı.
Davanın tüm sürecini kendisinden dinlemiştim.
Kendisi rahmetle anıyorum.
xxxxxxxx
İktidarıyla, muhalefetiyle siyaset kurumu çürüdü.
Bu hafta, çürüyen yapının parça parça döküldüğünü ve topluca eski reflekslere dönüldüğü gördük.
Askeriye övgüsü yarışı yapılırken, insan hakları da topluca unutuldu.
Sanki yeniden Kuşkonar Köyü dönemlerindeyiz.
Bir bataklıkta dibe doğru battıkça batan Türkiye bir türlü ileriye, yeniye, tazeye adım atamıyor… Hep aynı eskimiş teraneyi dinliyoruz.
xxxxxxx
Temel sorunlarımızı çözmeyen yönetimlerin esiri olmaya da devam ediyoruz… Siyaset tümüyle hamasete dönüşmüş durumda.
Halbuki Türkiye’nin çözüm bekleyen çok ciddi sorunları var… Bu sorunları palavralarla çözmek de mümkün değil.
Türkiye’nin en büyük probleminin “verimlilik” olduğunu geçen hafta vurgulamıştım.
xxxxxxx
Biz hala geçen yüzyılın diliyle siyaset yapmaya uğraşırken dünya “bilgi çağında verimliliği” tartışıyor.
Ama bir başka nedenle…
Teknolojik açıdan büyük bir yenilik ve ilerleme döneminden geçiyor gibi görünmemize karşın verimlilik hızı düşüyor.
1974 ile 2008 yılları arasında İngiltere’de çalışan başına verimlilik oranı yılda yüzde 2,3 oranında artmış. Ancak 2008 ile 2020 arasında verimlilik hızı yılda yüzde 0,5 oranına düşmüş.
Diğer Batılı ülkelerde de benzer bir tablo görülüyor.
Örneğin ABD’de 1995-2005 arasında verimlilikte büyüme hızı yüzde 3,1 seviyesinde iken 2005-2019 döneminde bu oran yüzde 1,4’e gerilemiş.
Dünya, “bu çelişki nasıl açıklanabilir” diye araştırmalar yapıyor.
xxxxxxx
Verimlilik, ekonomistlerin ve kamuoyunun çok yakından izlediği bir konu.
Geçenlerde BBC’de teknolojik yenilikler geometrik olarak katlanırken, verimliliğin düşmesine ait koca bir çalışma yayınladı.
“Karmaşık bir mesele olmasına karşın, 2008 mali krizi ve mevcut yüksek enflasyonun doğurduğu negatif etkiyle birlikte, teknolojinin neden verimliliği arttırmadığına dair iki temel açıklama getiriliyor.
Birincisi teknolojinin etkisini düzgün bir şekilde ölçmekte başarısız olduğumuz yönünde.
İkincisi ise ekonomik devrimlerin genelde çok yavaş gelişen sonuçlar doğurduğuna işaret ediyor.
Dolayısıyla teknolojik değişimlerin yaşandığı, ancak bunun getirdiği bütün imkânların ancak on yıllar sonra görüleceği savunuluyor.”
Örneğin, James Watt’ın ilk buhar makinesinden ancak 61 yıl sonra ilk ticari tren yolu ulaşıma açılmış…
Gene Edison’un ilk ampulu kullandığı 1879 yılından, ülkelerin genelinde elektrik kullanımının yaygınlaşmasına ve buhar gücünün yerine elektriğin üretimde kullanılmasına dek 40 yıl geçiyor.
Acaba bugün de böylesi bir konumda mıyız?
xxxxxxx
Farklı sorular sorulsa da verimlilik konusunda yaşanan küresel çelişkiye en mantıklı cevap, verimlilik konusunun yeryüzündeki en önemli uzmanlarından biri sayılan Cambridge Üniversitesi Profesörü Diane Coyle’dan gelmekte:
“Bir şirket hangi alanda faaliyet gösterirse göstersin teknolojiyi iyi kullananlar ile kullanamayanlar arasında büyüyen bir uçurum oluştuğuna dair çok kanıt var.
Yetenekli çalışanlarınız ve çok miktarda veriniz varsa ve karmaşık yazılımları kullanmayı biliyorsanız işlemlerinizi değiştirebilirsiniz.
Böylece insanlar bu bilgileri kullanırlar ve şirketinizin verimliliği de tavan yapar.
Ancak ekonomide aynı sektör içerisinde bunu yapamayan şirketler de var.”
xxxxxxx
Görünen o ki sorun teknolojinin kendisinde değil… Hatta bazı açılardan çözüm de teknolojide değil.
Yüksek verimlilik, sadece teknolojiyi nasıl kullanacağını en iyi bilenlere kısmet olacak… Bilemeyenler yaya kalacak.
xxxxxxx
“Bilemeyenler yaya kalacak” deyince üniversiteye giriş sınavlarındaki tabloyu hatırlatmak gerekiyor.
Türkiye’de lise mezunlarının üniversite giriş sınavında 14 fizik sorusunda doğru ortalaması 2.5, 13 kimya sorusunda 1.7, 13 biyoloji sorusunda ise 2.0.
Bu tablodan yüksek verimliliği artıracak teknolojiyi en iyi nasıl kullanacağını bilen kuşaklar çıkabilir mi?
Çıkamazsa, bu ülkenin geleceği ne olacak?
Militarizme övgüler düzmek bu hayati soruya cevap vermiyor.
xxxxxxx
Çürüyen siyaset kurumunda salçalı hamaset konusunda “verimlilik” hep yüksek oldu, bugün de öyle…
Ama ülkenin bugünü ve geleceği yerlerde sürünmekte.
Daron Acemoğlu’nun tespitiyle söyleyeyim:
“Bence Türkiye’nin en büyük problemi yapısal ve kısa dönemli değil. Türkiye’nin en büyük problemi, daha orta dönemli verimlilik düşüşü, teknolojiye yeterince yatırımda bulunmaması, insan kaynaklarının doğru kullanılmaması. Bir de bunların üzerine yolsuzluk ve kaynak dağılımı dengesizliği gelince verimliliğin çok çok düşmesi.”
xxxxxxx
Gerek eldeki rakamlar, gerek yaşadığımız gerçekler, gerekse Acemoğlu gibi bilim insanları Türkiye’nin geleceğiyle ilgili alarm zilleri çalarak herkesi uyarıyor.
Siyasetçilerimizin umurunda bile değil.
Onlar bir köyü bombalayıp insanları öldürdükten sonra bir de yalan söyleyen militarist bir anlayışın övgüsünü yapma yarışına girmişler.
Bu yarış bir uçurumda biter.
Gözlerini gerçeklere kapayan siyasetçilerin ve siyasetin nereye gideceği önemli değil de bu siyasetçilerin peşine takılan toplumun da aynı uçuruma düşeceği gerçeği insanı üzüyor.
Aslında bu ülke kendine bir başka gelecek yaratabilir… Ama şimdilik toplum bu ihtimali görmek bile istemiyor.
Hangi lanetli büyü hepimizi birden kör etti acaba?