InstagramKöşe Yazarlarımız

Çakma Montesquieu






2024‘te 55 milyon dolar verip “uzay dolmuşuna” müşteri bindiriyoruz. Gerçek bir kuvvetler ayrılığı olsa, o 55 milyon doların eğitime mi, sağlığa mı, yargıya mı, emekliye mi yoksa “uzay müşterisinin” dolmuş ücretine mi gideceğine Parlamento karar verirdi.

“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yasama, yürütme ve yargı organlarının başkanlarıyla dün bir araya geldi…

Ülkemizde özellikle demokrasinin derinleşmesinin…

Hukukun üstünlüğüne ve temel ilkelerine titizlikle bağlı kalınmasının…

Ve uygulamalarda usul yasalarına azami özen gösterilmesinin…

Türkiye’yi daha da güçlü kılacağı, karşılaşılan sorunların aşılmasını kolaylaştıracağı ve toplumda güven ortamını pekiştireceği hususları üzerinde etraflıca durulduğu da yazılı bir açıklamayla belirtildi…

***

Cumhurbaşkanı Gül’ün girişimi toplumu nispeten rahatlatan, psikolojik etkisi yüksek ve iyi niyetli bir girişim…Ama ‘hukukun üstünlüğüne ve temel ilkelerine titizlikle bağlı kalınması’ sadece iyi niyetle olabilir mi?

Tersinin olmaması için toplumun refleks haline gelen yaptırımları nasıl sağlanabilir?

* * *

‘Kuvvetler Ayrılığı’…

Burjuvazinin elinin ayağının tutmaya başladığı…

‘Mutlak Monarşi’lere baş kaldırdığı…

Bireyi devlete karşı korumanın kaçınılmaz bir mecburiyete dönüştüğü bir süreçte ortaya çıktı.

* * *

Ben, 25 yılı aşkındır üniversitede ders veririm…

Ama Montesquieu’yu ve kuvvetler ayrılığını yukarıdaki tarihsel bağlamda derli toplu anlatan herhangi bir öğrenciye de maalesef rastlamış değilim.

Teorik temelleri Locke ve Montesquieu’ye dayanan…

18. yüzyılda devlet otoritesinin kötüye kullanılmasına karşı bir güvence olarak ön plana çıkan kuvvetler ayrılığı prensibi; klasik anlamıyla yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanmakta…

Kuvvetler ayrılığı prensibiyle amaçlanan, her bir gücü diğeri karşısında özerk kılmak, her gücü kendine özgü işlevlerle sınırlamak ve böylelikle güçlerin kötüye kullanılmaması için aralarındaki dengenin herhangi biri lehine bozulmasını engellemek.

1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesinde, ‘hakların güven altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda anayasa yoktur’ ifadesiyle Montesquieu’nun öğretisi uygulamaya geçmiş oldu…

Böylelikle hukuk devleti, tutarlı bir insan hakları politikasının gerçekleştirilmesi ve demokrasinin işletilmesi yolunda güç kazanıldı…

* * *

Yıl 2009 ama biz hala 1789 noktasından çok uzağız.Yasama yürütmenin…

Yürütme de iktidar partisinin liderinin denetiminde…

Yasamanın yürütmeyi denetlemesi de bu nedenle havada kalmakta…

Halbuki…

Milletvekili seçimi liderlerin tercihine değil, fiilen halkın denetimine dayalı olsa, parlamento gerçek ve bağımsız bir kimlik kazanır…

Ama ne siyasal partiler yasası ne de seçim yasası değişiyor…

‘Tek adam’ anlayışı padişahlıktan beri ağır basmaya devam ediyor…

* * *

Yargıya gelince…

Adalete bütçeden ayrılan pay binde 7…

Bu rakam ayrıca yorum gerektirmeyecek kadar durumu berrak bir şekilde açıklamakta…

Türk yargısının AB standartlarına ulaşması için kırk bine yakın yargıç açığı var…

Yargının on bin çalışanı içinde dil bilen sayısı ise sadece 41.

* * *

Hukuku ne üretir?

Türkiye bırakın hukuk üretmeyi, evrensel düzeyde üretilmiş hukuku ne kadar uygulayabiliyor?

Uygulansa, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok yargılanan ve mahkûm olan ülke olur mu?

Bu soruları sorsak…

Ve ‘sadece ve sadece evrensel hukuktan yana olarak’ cevaplasak…

Gelişmiş ülkelerin adalet bakanlıklarına bütçelerinden ayırdıkları payı bizimkiyle kıyaslasak…

O zaman bildiride seslendirilen hedeflere yönelik daha etkin bir adım atılmış sayılabilir…

* * *

Dün, Çankaya toplantısı her şeye rağmen olumluydu…

Ama 2009 yılında da söz konusu Türkiye olunca, Montesquieu’nun kemikleri hiç şüphesiz sızlamaya devam etmekte…

Çünkü ‘modern devletin’ temel prensibi olan ‘kuvvetler ayrılığı’nın buralarda kendisinden ziyade, şimdiki moda deyimle ancak ‘çakması’ uygulanmakta…”

xxxxxxx

Yukardaki yazıyı gün be gün tam 15 yıl önce yazmışım.

15 yıl sonra durum nasıl?

Yargıyı olduğu gibi yürütmenin emrine vermişiz.

“Kuvvetler ayrılığı” tümüyle yok olmuş.

Yönetim biçimi olarak biz 2024 yılında, 1789’un çok gerilerindeyiz…

1700’leri falan yaşıyor Türkiye.

Bir krallık burası…

Tek farkı kralı seçimle belirlememiz…

Yürütmeyi, yargıyı, yasamayı tek kişi yönetebiliyor…

Buna biz Türk usulü başkanlık falan gibi “Türk usulü” bir isim de uydurmuşuz.

xxxxxxx

2024 yılında 55 milyon dolar verip “uzay dolmuşuna” müşteri bindiriyoruz…

O “uzay dolmuşunu” yapan ülkelerin bulunduğu çağda, o dolmuşa müşteri olarak binmenin yarattığı sevincin acıklılığına boş verin.

Ama gerçek bir kuvvetler ayrılığı olsa, o 55 milyon doların eğitime mi, sağlığa mı, yargıya mı, emekliye mi yoksa “uzay müşterisinin” dolmuş ücretine mi gideceğine Parlamento karar verirdi.

Çünkü para, halkın parası…

Kararı vermesi gereken de parlamento.

xxxxxxx

Çok bilinen deyiştir, “şaşkın ördek kıçın kıçın dalarmış.”

Görünen kadarıyla biz de geri geri gidiyoruz…

1700’ler, 1600’ler, 1500’ler…

Milat’a doğru kayıyoruz.

Bizim de şaşkın bir halimiz var doğrusu…

Böyle geri geri gittiğimize göre…









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu