Federal Kültürümüz İçin Genel Bir Prova
İngiliz sömürgeciliği döneminden bu yana Kıbrıslılar ilk kez yerel seçim süreçlerine katılabildiler.
Elbette 19. yüzyılın sonlarında Kıbrıslılar adalarında egemen olarak oy kullanmıyorlardı. Üstelik kadınların ve toprak sahibi olmayanların oy hakkı yoktu.
Siyasi açıdan önemli olan, İngilizlerin uygulanan ayrımcı oylama sistemi aracılığıyla adanın iki temel toplumunun öncelikle sömürgeciliğe karşı ortak hedefler belirlemeyeceğini ummuş olmalarıydı.
Ancak 1931’de Yasama Konseyi‘nde İngiliz (atanmış) milletvekillerinin karşısında ilk kez Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk milletvekilleri yeni vergi paketine karşı ittifal yaptığında “böl ve yönet” politikası ciddi bir krizle karşı karşıya kaldı.
Ekim ayaklanmasından sonra İngilizler tüm seçim prosedürlerini ve Yasama Konseyi’ni kaldırdılar. Devamında da geri kalan karar alma organlarına, her toplumun seçkinleri arasından «akıllıca» seçilmiş bazı Kıbrıslıların atanmasını tercih ettiler.
Daha sonra İngilizler, sol sendikaların öncülüğünde iki toplumun emekçilerinin ortak mücadele vermesinden çok endişelendiler. Sendikalara ve bağlı örgütlere karşı operasyonlara EOKA ve TMT‘nin kurulmasından çok önce başladılar. Sınıf mücadeleleri iki toplumun temel ortak siyasi cephesini teşkil etti.
Bugüne kadar iki toplum arasında ortak çıkar alanının yaratılmasından korkanlar var. Örneğin 2008 yılında Hristofyas-Talat görüşmelerinde Cumhurbaşkanı’nı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nı toplumların birlikte seçmeleri yönündeki radikal fikir ortaya atıldığında, Yeşil Hat‘tın her iki tarafında da bundan rahatsız olan pek çok kişi vardı.
Çapraz oylama ve ağırlıklı oyla dönüşümlü Başkanlık fikri, geleceğin politikacılarının federal Kıbrıs’ta liderliğe gelebilmek için her iki toplumdan da oy almaları gerekeceği anlamına geliyordu.
Bu, uzun vadede federal devletin bütünlüğü için gerekli koşulları yaratırken, aynı zamanda siyasi eşitliğin de ifade edilmesini sağlayacaktı.
Ancak tüm siyasi kariyerleri tek boyutlu milliyetçi söylemlere dayanan ve diğer topluma söyleyecek hiçbir şeyi olmayan siyasetçiler böyle bir sistemde nasıl ayakta kalabilirler?
Derviş Eroğlu‘nun daha sonra hararetle bu yakınlaşmanın kaldırılması yönünde çağrıda bulunması hiç de tesadüf değildir.
Ve bugüne geldiğimizde, Kıbrıslıların ortak mücadelelerinden rahatsız olan aynı sesler, AKEL‘in 2019’da bir Kıbrıslı Türkü Avrupa Parlamentosu Milletvekili adayı olarak göstermesine ve bu adayın seçilmesine tepki gösterdiler.
Elbette günümüz koşullarında bir Kıbrıslı Türk Avrupa Parlamentosu Milletvekilinin seçilmesi, yeniden birleşmiş bir vatan çerçevesinde Kıbrıslı Türklerin iki milletvekiline sahip olma hakkının yerine geçmez.
Ancak Niyazi Kızılyürek‘in seçilmesi iki toplumun birlikte belirleyeceği ortak siyasi hedeflerin siyasi bir simgesini teşkil etti. Bu seçim, Kıbrıslıların kendi toplumsal kimliklerini koruyup ortak çıkarlar yaratabileceklerini gözler önüne serdi.
Aynı zamanda Kıbrıslıların kendi toplumsal kökenlerinin ötesinde çıkarları olduğunu da gösterdi. 2019’da binlerce Kıbrıslı Rum’un bir Kıbrıslı Türk adaya da oy vermesi ve sandığa giden Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunun da Kıbrıslı Rum adayları seçmesi çok karakteristiktir.
Geleceğin Kıbrıslılarının, destekledikleri siyasal görüşlerin kendilerini temsil edecek kişilerin toplumsal kökenlerinden daha önemli olacağı bir siyasi kültürü geliştirebilecekleri de görüldü. Ve bu aynı zamanda herkesin toplumsal kimliğine tam saygının var olacağını da göstermektedir.
9 Haziran Avrupa Parlamentosu seçimleri geleceğimiz için istediğimiz federal kültürün genel bir provası olabilir. Kıbrıslı Türklerin seçimlere katılımı hem Kıbrıs’a hem de Avrupa’ya yönelik olarak verilecek siyasi mesajlar açısından belirleyicidir.