Bizi Bizden Başka Kimse Kurtaramaz!
Adamızın kuzey yarısında, Hayvancılar Birliği’nin başlattığı ardından toplumsal bir eyleme evrilme yolunda ilerleyen bir sürece tanıklık ediyoruz.
Uzun zamandır devam eden toplumsal kırgınlık, sessizlik, meclis içi etkisiz muhalefet ve sosyal medya haricinde en olumsuz durumları bile normalleştirme hali biraz değişmiş gibi…
Nüfusunu bilmeyen ve her siyasetçinin kendi bakış açısıyla halk ağzıyla guduru tahmin yürüttüğü ülkemizde, nüfus sayımı ve planlama, yapılması gereken en öncelikli girişimlerden biridir.
Fakat en önemli unsur, geçmişte büyük bedeller ödenerek mücadele ederek günümüze ulaşan toplumsal varlığımızın ve bizi biz yapan kültürümüzün geleceğe aktarılması olmalıdır.
Bulunduğumuz eşikte, önlemeyen hızla bozulan nüfus yapısı, partizanlık, liyakatsizlik, bağımlılık, kara para söylentileri ve benzeri gidişat ilk kez yurtseverleri bu kadar derin düşündürüyor…
Halbuki, yapılması gereken çok basitti: Halka güven verecek, hak edişe göre haklı olanın hakkını alacağı, sorun üreten değil sorun çözen, eşitlikçi iyi bir idare sağlanmasıydı…
Godot’u Beklerken
Ezber bozan bir tiyatro hareketi olan; Lefkeli Yavaş Tiyatro’dan ilham alarak, on sene önce yazdığım bir yazıyı okurken, hala benzeri konuları konuştuğumuzu görmek, bu süreçte beni bu konularda yeniden düşündürdü.
Yazıda neler mi vardı?
Umuda En Çok İhtiyacımız Olduğu Dönemde Yaşanan Umutsuzluk
Toplumsal faydayı değil, kişisel çıkarını düşünenlerin varlığı!
Plansızlık, partizanlık, liyakatsizlik!
Statükodan beslenen torpilli insanların sahtelikleri!
Oyulan dağlarımız, plansızca satılan kıyı şeritlerimiz, dikey yapılaşma, arıtım yapılmaksızın derelere, ovalara ve denizimize boşaltılan atıklar! C.M.C Maden atıkları!
Bacasından ölüm üfleyen elektrik santrali!
Ganimetin yarattığı eşitsizlik!
Püskürtülen kimyasallar ve ot kurutma ilaçlarıyla bizi zehirleyen yerel yönetimlerimiz!
Tarımsal faaliyetlerde, denetimsizce kullanılan kimyasallar!
Yediklerimiz, içtiklerimiz! Can çekişen toprak!
Kişi başına düşen yeşil alanların azalması!
Taş ocakları tarafından, kâr hırsıyla kemirilen dağlarımız!
Doğada, yol boyunca atılan pet şişeler, naylonlar ve her türlü atıkla kaplanan makiliklerimiz, dere yatakları ve ormanlarımız!
Denize ulaşmamızı engelleyen halkın olmayan plajlarımız!
Bizim olmaktan çıkan piknik alanlarımız!
Eşit eğitim alamayan çocuklarımız!
Eşit sağlık hakkından yararlanamayan insanımız!
Doğduğu, yaşadığı memleketten haksızlıklar sonucunda, gurbete göç etmek zorunda kalan gençlerimiz!
Çöp yangınlardan yükselen yoğun dumanların taşıdığı zehirli gazları, karbon monoksiti solumak zorunda kalan çocuklarımız!
Sistemi (sistemsizliği) yaratanların, değiştiremeyeceği sistemde yaşamanın yarattığı ruh hali!
Godot oyunu, “umut” etmeyi, bir başka güce sığınmak olarak gören teslimiyetçiliği ve kimliksizliği anlatıyor.
Bizimse, Godo’yu beklemek gibi tavrımız olmamalı; çünkü bizi bizden başka kimse kurtaramaz; umut bizdedir!