Dağ, Orman Ve Biraz Bulut
Kışın sevgilimizdir güneş, yazınsa düşmanımız olur bu adada.
Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarının upuzun günlerinde işkence çektirir bize.
Diğer taraftan sıcaklar basınca, ne güzel soyunur, açılır saçılır, hafifler herkes. Ortaya çıkar hatlar ve oranlar.
Pembeleşir tenler, kızarır. Hiç açılmayan pencereler bile açılır. Silinmese bile zayıflar sınırlar. (‘Çıplaklık’ isimli yazıda ayrıntılı olarak yazacağım bunu, yakında)
Yarı çıplak insanlarla dolu olsa da sahiller, plajlar, girilmez o kalabalık arasına. Sidik kıvamındadır deniz suyu zaten, serinletmez.
Denizde değil, dağlarda, dağlardaki ağaçların gölgesinde buluyorum aradığım dinginliği, huzuru ve serinliği.
Dağlara kaçıyorum fırsat buldukça. Deniz veya köy inzivasına değil, dağ ve orman inzivasına ihtiyacım var bu mevsimde.
Rüzgâr esmediğinde bile esermiş gibi duran ağacın altından bakıyorum aşağıdaki vadiye. Bütün günü burada, bu ağacın altında, manzarayı izleyerek geçirebilirim. Tekdüze değil, hareketli bir manzara bu, ya da benim hayal gücüm harekete geçiriyor onu.
İtiraf etmem gerek ki Britanya’yı ve Almanya’yı özlüyorum böyle zamanlarda, bulutlarını, akarsularını, ormanlarını, koyu yeşilini, serinliğini. Buz gibi akan bir dere veya nehrin yanında olmayı hayal ediyorum yaz sıcaklarının tesellisi olarak.
***
Kalın kitaplar, uzun metinler okunmaz Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında, aşırı sıcakta, ancak şiir ve öykü gibi kısa kısa…
Klimaya teslim oluyor çoğu insan sıcak günlerde. Oysa iklim ile ilişkimizi bozuyor klima ve sıcağa olan dayanıklılığımızı zayıflatıyor.
Gün ortasında bile loş ve serin olan ormanda olmak gibisi yoktur yaz aylarında. Uygarlık dediğimiz gürültü, sıkışma, gerilim ve pislikten uzakta. Sık selvi ve çam ağaçları arasında dolaşmak.
Dağın, ormanın yoğun kokularıyla dolup taşmak; kargaların, saksağanların, kekliklerin, turaçların, orman güvercinlerinin sesleriyle esrimek gibisi yoktur.
***
18-19-20 yaşlarımda, Mayakovski’nin ‘Pantolonlu Bulut’unu ve Baudelaire’nin ‘Yabancı’ adlı düzyazı şiirini okuduktan sonra değiştiydi bulutlara bakışım. Bulutları kerteriz olarak almaya başladım yolculuklarımda.
Britanya’dan, Almanya’dan veya Litvanya’dan gelen arkadaşlar ve akrabalar, “gelirken ne getireyim” diye sorduklarında, belki biraz bulut, hatta daha da iyisi biraz yağmur, cevabını veriyorum onlara.
Bulut bekliyorum, yağmur bekliyorum Lisi’de, Boğaz’da, Mağusa’da, Lefkoşa’da, Baf’da veya her neredeysem.
Yağmur yağmasa da olur aslında, en azından bir bulutçuk geçsin güneşin önünden, kısa bir süre de olsa gölgelensin dünya, serinleyelim. Yağmur getirsin veya getirmesin, bulutların değerini anlıyoruz her yaz, yeniden.
Durgun hayatımızı hareketlendiriyor, her zaman sevinç yaratıyor yaz göğünde görünen bulutlar.