UBP’lilerin Kurtuluşu
UBP’li bir arkadaşım var. Günlük hayatta açık sözlü ve samimi birisi.
Kendisi ile fikirlerimiz farklı olmasına rağmen, saygı çerçevesinde ve rahatça sohbet edebiliyoruz. Arkadaşım henüz bir mevki, makam sahibi değil.
Kıbrıs sorununun sadece Kıbrıslı Elen faşist/şovenist tutumundan kaynaklı olmadığını; “bizimkilerin” de epeyce haltlar karıştırdığını kabul ediyor.
Aradaki “düşmanlığın” ortadan kaldırılabileceğini söylüyor ama “kısacık ömründe” bu gibi şeylerle uğraşmak istemiyor!
Kuru kuruya milliyetçi değil, üstelik “Türk milliyetçisi” hiç değil…
Bir kere kendisini “Türk” olarak değil, “Kıbrıslı Türk” olarak görüyor.
Türkiye’nin tamamen kendi çıkarları için Kıbrıs’ta olduğunun farkında. Ve en önemlisi de kendi partisi de dahil olmak üzere bütün düzen partilerinin yolsuzluklarının, düzenbazlıklarının, yalanlarının bilincinde.
Hiçbirini inkâr etmiyor.
Yaptığımız sohbetlerde, durum değerlendirmelerimiz neredeyse tamamen örtüşüyor; Kıbrıslı Elen liderliğinin sahtekarlığı, Kıbrıslı Elen halkının bizden bir farkı olmadığı, Kıbrıslı Türk liderliğinin yozlaşmışlığı ve Kıbrıslı Türk halkının zayıflığı, AKP de dahil bütün Türkiye hükümetlerinin ve bir bütün olarak TC devletinin Kıbrıslı Türkleri değil Kıbrıs’taki stratejik, mali ve askeri çıkarlarını düşündüğü…
Durum değerlendirmesi olarak aklınıza gelebilecek her şey yani!
Ayrıldığımız nokta ise bu durumda ne yapılması gerektiği oluyor her zaman. Ben onu fazla pragmatist, fazla teslimiyetçi ve fazla kolaycı buluyorum.
O ise benim kendi hayatımı zorlaştırmaktan zevk aldığımı, fazla idealist olduğumu ve aşırı dik kafalılığımla kendime zarar verdiğimi!
Kısacası, UBP’li arkadaşım ve ben; anlaşamadığımız her şey konusunda net bir şekilde anlaşıyoruz…
***
Geçenlerde bu arkadaşımla karşılaştım. Gazete haberlerinin fazla etkisinde kalmış olmalıyım ki; UBP Kurultayı’nda hangi adayı destekleyeceğini sordum kendisine.
Ve aslında hiç şaşırmamam gereken yanıtına şaşırdım: “Ünal Üstel tabii ki!”
Sonradan düşündüğümde, bu soruyu neden sorduğuma ben de bir anlam veremedim. UBP kurultayındaki adaylar arasında herhangi bir fark yok ki benim açımdan. Yani sonuçta hepsi UBP’li!
Ama fark ettim ki “UBP’li” dediğimde ne demek istediğim, bu ifadenin derindeki gerçek manası üzerine düşünmemiştim yeterince. Bunun için size sohbetin gerisini de aktarmam gerekiyor…
***
“Neden?” diye sormamla, “Çünkü Ünal Üstel kazanacak” yanıtını almam hemen hemen aynı anda gerçekleşti.
Arkadaşım Ünal Üstel’in herhangi bir vizyonu olmadığı (tıpkı diğerleri gibi), Tayyip Erdoğan tarafından desteklendiği, onursuz bir duruş içinde olduğu (tıpkı seçilirse diğerlerinin de olacağı gibi), etrafındaki herkesin çıkarcı ve ikiyüzlü olduğu (tıpkı diğerlerinin etrafındakiler gibi) konularında benle hemfikirdi.
Hatta benden fazlasını söylüyordu bile diyebilirim.
Tek bir farkımız vardı, o tüm bunları soğukkanlı bir durum tespiti olarak söylüyordu; ben ise duygusal bir tepki hissederek.
Aynı şeyleri görüyor ama farklı sonuçlara varıyorduk. Durum tespitlerimizi aynı, yapılması gerekenler listelerimiz ise farklıydı bu arkadaşımla!
O “güçlü olanı” tespit etmek için durum değerlendirmesi yapıyordu. Ben haklı olanı tespit etmek için!
O güçlü olanın elbet haklı kabul edileceğini söylüyordu. Ben haklı olanın elbet bir gün kazanacağını!
***
Bugüne kadar olan hiçbir konuşmamızda sözcükler negatif bir tonda gerilmemişti. Sanırım, bir UBP’linin mevcut durumun tespitini olsun düzgün bir şekilde yapması yeterli gelmişti bana hep. Ve hiçbir zaman daha fazlasını beklememiştim ondan!
Üstelik aynı durum tespitini yapan iki insandan, ahlaki olarak daha ilkesel bir noktada bulunanın ben olmamdan da gizli bir haz duymuş olma olasılığım var.
Ama bu kez, UBP ile ilgili bir konuydu konuştuğumuz. Ve en azından kendi partisi ile ilgili ilkesel bir tutum bekliyordum ondan!
O ise yaşam felsefesi haline getirdiği tavrını bu konuda da sürdürüyordu.
Ünal Üstel ve ekibinin olumsuzluklarını, Tayyip’in yaklaşımlarının aşağılayıcılığını, camileri, külliyeyi, Ercan’ı, AKSA’yı, özel sektördeki, eğitimdeki ve sağlıktaki durumu, yolsuzlukları, hukuksuzlukları sıraladım durdum arkadaşıma; sanki bunların diğer adaylarla ile bir ilgisi varmış gibi…
Hiçbirini inkâr etmedi ve kanımı donduran o yanıtı verdi: “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın!”
Her şeyin özeti bu yanıttı aslında…
Sonrasında onura, insan olmanın erdemlerine ve direnmenin kişiyi yücelttiğine dair sözlerim aramızdaki gerilimi biraz daha arttırmaya hizmet etti sadece.
Arkadaşımın hiçbir umudu yoktu ne UBP’den, ne de Kıbrıslı Türklerin herhangi bir kesiminden.
Ona göre bugüne kadar ne olmuşsa bundan sonra da o olacaktı. Olmakta olan olmaya devam edecekti! Ve mesele “olmakta olanı değiştirmek”le değil, kendini “olmakta olana uydurmak”la ilgiliydi.
Durum tespitini de bu yüzden yapıyordu zaten!
***
UBP Kurultayı’nda Ünal Üstel mi kazanacak, yoksa başka birisi mi?
Bilemiyorum açıkçası.
Bu halkın kendi öz saygısını yeniden kazanmaya ihtiyacı var. Hem de acil bir şekilde, onu biliyorum!
Ve bu öz saygıyı kazandıracak olan “öz saygı propagandası” yapmak, “doğru”ya dair vaazlar vermek veya ahlaki eksiklikler listesi çıkarmak olmayacak!
Bu halkın kendi öz gücünü, yapabileceklerini, değiştirebileceklerini, durdurabileceklerini görmesi gerek. Görmesi, yaşaması, yapması ve kendine yeniden inanması; “UBP’li olmanın” utanç duyulacak bir şey olduğu bir atmosferi soluması gerek!
Bunun için “UBP’li” olmanın kişiyi muaf kılmadığı yaraları kaşımak dışında bir yol yok!
Sendikasız çalışmanın acısını, işten atılmanın kederini, elektrik kesintisinin öfkesini, okul kayıt ücretini, hastanede bağış adı altında kesilen haracın çaresizliğini, asgari ücret rezaletini, yanan ormanların hüznünü, beleşe denize girememe gerçeğini, kadın cinayetlerini, trafik cinayetlerini, iş cinayetlerini örgütlemeliyiz!
Çünkü UBP’lilerin kurtuluşu, “UBP’lilikten” kurtuluşla mümkün yalnızca…