Bunalan Yüzde 35
Mehmet Ali Kulat, son yaptıkları araştırmalar sonucunda seçmenlerin ‘yüzde 35’inin’ protesto amaçlı olarak sandığa gitmeyeceğini söyledi. İnsanların cami-kışla kavgasından sıkıldığını ancak bunların dışında bir seçenek de bulamadığını gösteriyor bence.
Kendisi için en önemli sıfatın “imam hatipli olmak” olduğunu belirten Recep Tayyip Erdoğan’ın cumartesi günü İmam Hatipliler Derneği’nin Kurultayı’nda teğmenleri hedef alan konuşmasını duyunca, geçen haftaki
“Türkiye’deki Durum” yazımın son kısmı aklıma geldi:
Cami, muhafazakâr gericilerin kalesi, kışla, Batılı laik ilericilerin odağı sayıldı. Bu kısırlık aşılmadı.
Bugün de liberal ve Marksist paradigma, Türkiye düşünce hayatını beslemiyor.
O nedenle, ortalıkta zavallı bir seviyesizlik var.
xxxxxxx
Belli ki AB çıpasından uzaklaşan ve “demir tarayan” Ankara, eski ve kısır tartışmalarına yeniden şehvetle dönmüş bulunmakta.
Bu sığ kavganın içinden çıkamıyoruz… Bunun sadece güncel değil tarihi nedenleri de var.
Benim görebildiğim kadarıyla Cumhuriyet Osmanlı’nın hastalıklarını devraldı ve yeni bir yapı oluşturamadı.
Toplumdan çok daha güçlü bir devlet, “Saray”ın yerini aldı. Devlet yönetimini ele geçiren siyasette hep çok güçlü oldu.
Siyaset ise devlet rantlarının dağıtımının en etkin yolu haline geldi. Devlet yönetimini ele geçirmek, rant sisteminin ve rant dağıtımının anahtarını ele geçirmek anlamına geldi.
O yüzden siyaset daima her şeyin önüne geçti.
xxxxxxx
Devletin rant dağıtıcısı olduğu toplumda üretim gelişmedi.
Üretime katılım, nüfus oranına göre hep düşüktü ve hâlâ çok düşük.
Eğitim ise sadece bir “propaganda” aracı olarak görüldü. Gelişmiş kadrolar yetiştirmek hiçbir zaman öngörülmedi.
25 yaş üzerindeki nüfusun çoğunluğunun okul eğitim süresi ortalama 9 yıl. Çalışan nüfusun %60’nın nitelikli bir mesleği yok.
Üretimin ve eğitimin olmadığı bir ülke…
xxxxxxx
Böyle bir ülkede siyaset de klasik ideolojilerin uzağında örgütlendi.
Saray’ın devamı olanlar, devlet rantlarından yararlananlar orduya dayanan Kışla anlayışı üzerinden; yararlanamayanlar ise Cami cemaati üzerinden cepheleşti.
“Askerî vesayeti” benimseyen Kışla anlayışı ile Cami cemaati üzerinden örgütlenme anlayışı, devleti ele geçirme ve rant sisteminin nimetlerini sömürme kavgasına girişti.
xxxxxxx
Son 22 yıldır Cami cemaati üzerinden yol alan zihniyet iktidarda.
Bir zaman AB reformları, askerî vesayet karşıtlığı, demokratikleşme istikametinde olumlu adımlar attı. Muhafazakâr demokrat anlayışı benimsemiş göründü.
2011’den sonra bu hedefler terk edildi.
Devlet rantları siyaseti zehirledi. Yolsuzluk, keyfilik, dinsel motiflerle yığınları yönlendirme, hamaset, demokrasiyi ve hukuku düşman ilan etme öne çıktı.
Globalizmin evrensel zorlukları da bu altüst oluşa yardımcı oldu.
Cami üzerinden siyaset yapanlar, kendilerine yeni ittifaklar aramaya koyuldu, bir dönem önce kavga ettiği kışla üzerinden siyaset yapanlarla koalisyona gitti.
Cami- Kışla ayrışması, geçici bir ittifaka dönüştü. Evrensel değerlere düşman “milliyetçi-muhafazakâr” bir cephe doğdu.
Demokrasi, hukuk, basın özgürlüğü, temel haklar rafa kalktı.
xxxxxxx
Bu iş birliği ülkedeki çürümeyi daha da hızlandırdı.
Şimdi bu iş birliği zorlanıyor ama Türkiye de süratle devlet ve toplum olmaktan uzaklaşıyor.
Derin bir denizde demir tarayan bir güçsüz tekne gibi eski ve köhne sularda sürükleniyor.
Bütün kurumları eriyor.
Toplum yok olmayı önlemek için demokratik el frenini çekebilecek mi?
Cami ve Kışla parantezinden sıyrılarak “demokratik bir rejim” kurabilecek mi?
xxxxxxx
Tabii bu arada toplumda da sıkıntı ve bıkkınlık artıyor.
Mehmet Ali Kulat, son yaptıkları araştırmalar sonucunda seçmenlerin “yüzde 35’sinin” protesto amaçlı olarak sandığa gitmeyeceğini söyledi.
Bugüne dek görülmemiş bir rakam bu.
İnsanların cami-kışla kavgasından sıkıldığını ancak bunların dışında bir seçenek de bulamadığını gösteriyor bence.
Aslında o seçenek var: Demokrasi.
Henüz demokrasiye gerçekten sahip çıkan bir siyasi parti toplumla bütünleşemedi.
Ama bütün partilerden daha kalabalık bir seçmen grubuna sahip olan “protestocular”, toplumda siyasi partilerin yönetemediği talepler olduğunu ve yeni değişimlerin beklenmesi gerektiğini söylüyor.
Yolsuzluk, hukuksuzluk, açlık…. Bakalım, bu korkunç “üçlü”, üretimi ve eğitimi eksik bir toplumun demokrasiyi keşfetmesini sağlayacak mı?