Nihai Cevap: Kıbrıslılar Türkleri Sevmiyor Mu?
Cioran, “Çürümenin Kitabı” adlı eserinde şöyle der:
“Aslında her fikir yansızdır ya da öyle olmalıdır, ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür: Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur… İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar”
Bu ifade, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) tarihsel sürecine ışık tutmak için adeta bir rehber niteliğindedir. 1983 yılında kurulan ve yalnızca Türkiye tarafından tanınan KKTC, uluslararası literatürde gayri resmî yönetim olarak adlandırılır.
Bu sistemin temelinde, başlangıçta tarafsız ve saf bir fikir yatıyordu: Kıbrıs’ta Türkçe konuşan halkın güvenliğini sağlamak ve söz hakkını korumak.
Ancak 1950’ler ve 1960’ların milliyetçilik rüzgarları bu fikri de dönüştürdü; bir inanç haline gelerek, farklı arzular ve hedeflerle şekillendi.
Aynı süreç, Kıbrıs’ta Yunanca konuşan toplum için de geçerliydi. Bir zamanlar “sömürgeci yönetime karşı ayaklanma” fikriyle başlayan mücadele, zamanın ruhuyla ideolojik bir dönüşüm yaşadı.
Anavatan ve Öngörülemez İlişkiler
David Hannay, Kıbrıs’ın Çağdaş Tarihi adlı kitabında, Kıbrıslıların anavatanlarıyla olan ilişkilerinin dışarıdan tam olarak anlaşılamayacağını söyler. Bu tanımın Kıbrıs halklarının arasında bile geçerliliğini sürdürdüğünü söylemek mümkün.
Türkçe konuşan Kıbrıslılar Türkiye’ye, Yunanca konuşan Kıbrıslılar ise Yunanistan’a tarihsel ve kültürel bağlarla bağlıdır.
Ancak bu bağlar, müzakereler sırasında rahatça ve özgürce konuşulamadığı gibi bir tehdit unsuru olarak algılanmış, tam tersine gizlenmeye ve örtbas edilmeye çalışılarak şekillendi.
Bu bağlamda, anavatanların ve Kıbrıslı halklarına taraf olan güven eksikliğine de dikkat çekmek gerekir. David Hannay’in de belirttiği gibi, Kıbrıs müzakerelerinde her ne kadar masada demokratik bir şekilde yönetilen dört devlet bulunsa da kamu, bu müzakereler boyunca sürekli yanlış veya eksik bilgilendirilmiş, kalıplaştırılmış söylemlere ve şovenist bir yaklaşıma maruz kalmıştır.
Özellikle kapalı kapılar ardında yürütülen müzakereler ve şeffaf olmayan politikalar, anavatanların Kıbrıs halklarına duyduğu güvensizlikten ve ayıpmış gibi saklanan çıkarlarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Kıbrıs halkları olarak bu süreçleri şeffaf bir şekilde bilme ve dilediğimiz zaman her türlü birincil kaynağa ulaşabilme hakkımız bulunmaktadır. Kıbrıslıların her türlü birincil kaynağa erişebilmesi ve müzakere süreçlerini açık bir şekilde öğrenebilmesi bir haktır.
Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları ve Tanınma Sorunu
Savaşın ardından Türkiye’nin izlediği bir dizi birbiriyle çelişen **politika, özünde Kıbrıs halkına duyduğu duyduğu güvensizliği gözler önüne sermektedir.
Örneğin:
•“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası,
•Kıbrıs’taki fabrikaların yıllar içerisinde kapatılması ve ekipmanlarının Türkiye’ye taşınması,
•İfade özgürlüğü yok sayılarak, Türkiye ile ilgili herhangi bir karşı duruşta halkın bastırılması, sindirilmesi ve damgalanması, temel hak ve özgürlüklerin açıkça ihlal edilmesi,
•Seçimlere ve çeşitli karar alma süreçlerine müdahaleler, demokratik temsil ve katılım ilkelerini zedeleyerek, halkın iradesine doğrudan bir saygısızlık,
•Eğitimde aşırı milliyetçi ve korku temelli öğretiler,
•Sanat aracılığıyla seçici şekilde travmatik olayların işlenmesi.
Bu iç politikalar, Kıbrıs halkı ile Türkiye’nin samimi bağlarını zedeleyerek, bu bağın sömürü ve çıkar temelli bir ilişkiye dönüşmesine yol açmakta; oysa Türkiye’nin uluslararası arenada KKTC’yi tanıtma çabaları, bu iç politikalarla çelişmektedir.
Örneğin, 2009 yılında kurulan Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi, 2022 yılında KKTC’yi gözlemci üye olarak kabul etti.
Ancak Türkiye’nin 1983 yılından bu yana devam eden KKTC’yi tanıtma girişimleri, uluslararası alanda ve hatta Türkiye’nin kurucuları arasında yer aldığı organizasyonlarda bile yeterli destek bulamadı. Bu nedenle, 2022 yılından itibaren KKTC’yi tanıtma politikası yerine, daha çok görünür kılma stratejisi benimseniyor.
Türk Devletleri Teşkilatı ve Avrupa Birliği
Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyi’nin 2021 yılında adını Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirmesi, büyüme ve kapsayıcılık hedeflerini işaret etmektedir. Örneğin, Avrupa Birliği üyesi Macaristan, bu organizasyonda gözlemci üyedir.
Ancak AB, Macaristan’ın bu üyeliğini yaptırımlarla eleştirmiştir.
Macaristan’ın kendi iç politikasındaki çalkantılı durum bir kenara dursun, Avrupa Birliği, Macaristan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olmasını dolaylı olarak yaptırımlarla eleştirmiştir.
Avrupa Birliği’nin yaptırım politikası, günümüz kimlik siyasetinin klasik sağ-sol siyasetini aşmasıyla birlikte sıkça tartışılan bir konu haline gelmiştir.
AB, öyle maliyetler ortaya koyar ki, Ker-Lindsay’in de belirttiği gibi bu kurallara uymamak, uymaktan daha büyük maliyetler doğurur.
Avrupa Birliği’nin Kıbrıs müzakerelerine yaklaşımı da eleştiriye açıktır. AB müzakerelere doğrudan dahil olmamasına rağmen, çok keskin bir şekilde Birleşmiş Milletler çerçevesine bağlı kalarak, Türkiye’nin politikalarını kınarken yapıcı ve arabulucu politika önerileri sunmaksızın kalıplaşmış tutumlarla hareket etmesi, bariz bir dışlamaya ve yok saymaya işaret ediyor.
Bu durum, Kıbrıs’ta taraflar arasındaki eşitliği zedelemiş ve müzakere sürecini olumsuz etkilemiştir.
Avrupa Birliği’nin, Türkiye ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar ile Yunanistan ve Yunanca konuşan Kıbrıslılar arasında dengeli ve tarafsız bir politika izleyememesi, Türkçe konuşan Kıbrıslıların müzakere masasındaki eşitliğini zedelemektedir.
Bu durum, Türkiye’nin bu topluma duyduğu güvensizlik ve şeffaf olmayan çıkarların yarattığı baskıyla daha da derinleşmektedir.
Örneğin, AB’nin açıklamalarına karşı Türkiye’nin Kasım 2022’de verdiği yanıt dikkate değerdir:
“Kıbrıslı Türkler Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır ve Türk Devletleriyle her alanda ilişki kurmak ve geliştirmek onların doğal hakkıdır”
Bu ifade, yazının başında bahsettiğimiz saf fikre bir örnektir, yani Türkçe konuşan Kıbrıslıların söz hakkı ve kültürel bağlarını vurgulamaktadır.
Avrupa Birliği’nin uluslararası hukuk çerçevesinde haklı bir şekilde üzerinde durduğu konu, KKTC’nin tanıtılma çabasıdır. Bu durumda Türkiye’nin 2022 yılında ifadesi üzerine, Türkçe konuşan Kıbrıslılar, 1979 ve 2012 yıllarında olduğu gibi “Kıbrıs Türk Devleti” federasyon çerçevesinde bu tür uluslararası organizasyonlarda yer alabilir.
Bu neden önemlidir?
Türk Devletleri Teşkilatı’nın 2021 yılında büyüme hedefini Türkçe konuşan devletlerle sınırlı tutmak yerine, Türk kültürüyle doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan tüm ülkeleri kapsayacak şekilde genişletmesi değerlidir ve diğer ülkelere baskı yaparak, sınırlarını zorlayarak KKTC’yi tanıtma stratejisi yerine, bu organizasyonun Kıbrıs’taki barış müzakerelerine yeni bir boyut kazandırabileceği üzerinde durulmalıdır. Bu kapsamda:
1.Türkçe konuşan Kıbrıslıların, KKTC adı altında değil, tarihte daha önceki örneklerinde olduğu gibi, tarihsel ve kültürel bağları öne çıkarılarak organizasyonda yer alması,
2.Yunanca konuşan Kıbrıslıların ve Yunanistan’ın Türk kültürüyle olan dolaylı ve doğrudan bağlarını ön plana çıkararak, dostane bir şekilde organizasyona davet edilmesi,
Bu tür bir yaklaşım, Avrupa Birliği’nin taraflar arasında zedelediği eşitliğin yeniden tesis edilmesine yardımcı olabilir.
Hannay’in de belirttiği gibi dışarıdan tam olarak anlaşılamayan Kıbrıs halklarının anavatanlarla olan derin bağları, Türkiye ve Yunanistan’ın örtülü çıkarları, birbirlerine ve Kıbrıs halklarına olan güvensizlikleri, gerçeği eğip bükmeden konuşma fırsatı sunabilir.
Afiyetle kalın.