Apo’yu Bu Kadar Çok Sevdiğinizi Bilmiyorduk
Son günlerde Türkiye’deki iktidar “çocuk katili” olarak tanımlayıp, 1980’li yıllardan beri Türkiye’nin güney doğusundaki çatışmalarda hayatını kaybeden on binlerce insanın katili olarak sorumlu tutulan, hapisteki Abdullah Öcalan ile masaya oturmak için yoğun bir çaba içine girmiştir.
15 Temmuz 2014 yılında “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesi” adı altında başlatılan “Barış Süreci” 2015 yılında Suruç saldırısı ve ardından kimin yaptığı belli olmayan terör saldırıları ile son bulmuştur.
7 Haziran 2015’teki seçim sonuçları Erdoğan ve AKP Hükümeti’ni harekete geçirmiş, Türkiye’nin güney doğu bölgesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilerek, terör bahanesi ile güvenlik güçleri sivil yerleşimlere yönelik operasyonlar yapmış, çıkan çatışmalarda birçok kişi hayatını kaybetmiştir.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ile “barış süreci” tamamen gömülmüştür.
Kısa bir süre önce T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli çözüm sürecinin tekrardan başlatılması ile ilgili söylemlerine olumsuz yaklaşan DEM Partisi ve onun seçilmiş temsilcilerine yönelik görevden alma, yerine kayyum atama ve tutuklamalar başlatarak baskıyı artırmışlardır.
Çözüm sürecinin bedelini çok ağır ödeyen Kürt halkının temsilcileri bu baskılara daha fazla dayanamayarak, sürece yeniden dahil olmuşlardır.
Erdoğan ve ortağı Devlet Bahçeli din ve ırk üzerinden politika yapan sağcı ve muhafazakâr liderler olmalarına rağmen, “Kürt Açılımı ve Barış Süreci” gibi kendilerine ters gelen bir siyasi süreci hangi sebepten dolayı ısrarla ileriye taşımak istemektedirler?
Öncelikle “Barış Süreci’nde” ısrar etmeleri hem ekonomik alanda hem de dış siyasette köşeye sıkıştıklarını göstermekte ve bundan çıkış için meclisteki Kürt milletvekillerinin desteğini alarak anayasa değişikliğine gitmeyi hedeflediklerini vurgulayalım.
Anayasa değişikliği ile iki konuda çıkış aramaktadırlar.
Birincisi iktidardan gitmeleri durumunda kendilerine yöneltilecek suçlamalardan ve yargılanma olasılığına karşı muafiyet sağlamaya çalışmaktadırlar.
Bununla birlikte ikinci beklentileri “eyalet sistemine” geçerek hem Kürt sorununu çözerek, Suriye’deki ve kuzey Irak’taki boşluğu doldurmak hem de ABD ve AB’ni memnun ederek, ekonomik destek alarak içinde bulundukları ekonomik çıkmazı aşmak hedeflenmiştir.
Kuzey Irak, kuzey Suriye ve Türkiye’nin güney doğu bölgesini de içine alan bir eyalet sistemine geçiş ile birlikte Kürt sorununu çözmeyi düşünmektedirler.
“Türkiye Yüzyılı” söyleminin arkasında yatan ana hedef yayılmacı Osmanlı anlayışının tekrardan doğmasıdır.
Erdoğan’ın Türkiye’yi Araplara, Afganlara açmasının arkasında yatan düşünce de budur.
Aslında bu düşünce ve planlar Erdoğan ve AKP’yi Türkiye’de iktidar yapan, “Büyük Orta Doğu Projesi” dedikleri projeyi yaratan küresel güçlere aittir. Türkiye’deki iktidar bu küresel güçlere hizmet etmektedir.
Yaşanan bu sıcak gelişmelere ABD’nin ve AB’nin destek olması, küresel güçlerin orta doğudaki en sağlam kalesi olan İsrail’e Erdoğan’ın ses çıkarmaması, rollerin nasıl paylaşıldığını göstermektedir.
Türkiye’nin kontrolünde bir Kürt özerk eyaletinin oluşması, Kürt sorununun bitirilmesi, İsrail ve enerji güvenliğinin sağlanmasına yarayacaktır.
Türkiye bu strateji ile Avrupa Birliği’nin maddi desteği ve gümrük birliği antlaşmalarının yenilenmesini de hedefleyerek içine düştüğü ekonomik sıkıntıları aşmaya çalışacaktır.
Bu dengeler içinde, Kıbrıs sorununun Türkiye’nin önünde bir engel olarak durduğunu söylersek konuyu abartmış olmayız.
Türkiye ya körfez ülkelerinden gelip Akdeniz’e ulaştırılacak olan petrol ve doğal gaz ile Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının çıkarılıp, Avrupa’ya pazarlanması sürecinde, Kıbrıs sorununu NATO planları çerçevesinde çözüp, bu sürecin parçası olacaktır ya da Büyük Orta Doğu Projesi’ndeki rolünü kötü bir şekilde oynayıp orta doğu bataklığına saplanacaktır.