Kıbrıs Sorunu ve Cenevre Görüşmeleri

Kıbrıs, tarihi boyunca etnik çatışmalara, uluslararası müdahalelere ve siyasi karmaşaya tanıklık eden bir ada olmuştur.
1974 yılından bu yana uygulanan bölünmüşlük, adanın iki ana topluluğu olan Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları arasında derin bir uçurum yaratmıştır.
Kıbrıs sorununa dair çözüm arayışları, zaman zaman olumlu gelişmeler göstermiş olsa da genellikle sonuçsuz kalmıştır.
Cenevre’de yapılacak olan görüşmelere yönelik son gelişmeler de benzer bir durumun işaretlerini taşımaktadır.
Ersin Tatar’ın “iki ayrı eşit ve egemen devletten başka bir şey görüşmem” ifadesi, Türk tarafının uluslararası platformda öne sürdüğü yeni bir yaklaşımın temsilcisidir.
Bu yaklaşım, Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitliğini ön planda tutmayı amaçlamakta ve Kıbrıs sorununun çözümünde kendi devlet yapısını tanıtma çabası içinde olduklarını göstermektedir.
Diğer taraftan, Rum lider Nikos Hristodulidis’in “Crans Montana’da bıraktığımız yerden devam edilmedikçe başka bir şey görüşmem” sözü, Rum tarafının geçmişteki müzakere süreçlerine ve özellikle de 2017’deki Crans Montana görüşmesine atıfta bulunarak statükonun korunmasından yana olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Her iki liderin de Cenevre’ye gitmeden önceki açıklamaları, müzakerelerin başlangıcında ne kadar zıt pozisyonlar aldıklarını gözler önüne seriyor.
İki liderin de kendi pozisyonlarını netleştirmeleri, görüşmelerin başında bir çatışma ortamı yaratma riskini barındırıyor.
Ancak şu noktada dikkat çekici olan, her iki tarafın da daha önceki görüşmelere göre daha belirgin ve net bir tutum sergilemiş olmalarıdır.
Uzun yıllar boyunca liderler, müzakerelere giderken umut dolu mesajlar verirken, dönüş yolunda olumsuz yorumlar yapıyorlardı.
Bu gidiş gelişin değişip değişmeyeceği, Cenevre’deki görüşmelerin seyrine bağlı olacaktır.
Görüşmelere dair mevcut zıt kutuplar arasında bir uzlaşı sağlanıp sağlanamayacağı hem liderlerin hem de uluslararası paydaşların tutumlarına bağlıdır.
ABD, AB ve BM’nin Kıbrıs sorununa dair tutumları geçmişten günümüze pek de uyumlu olmamıştır.
Her birinin kendi politikaları, çıkarları ve hedefleri doğrultusunda Kıbrıs sorununda farklı yaklaşımlar sergilemeleri, müzakerelerde ek zorluklar yaratabilir.
Özellikle ABD’nin stratejik çıkarları ve AB’nin üye ülkeleri arasındaki dengeleri, BM’nin de geçen yıllar içinde gelişen rolü, dolaylı olarak liderlerin eylem planlarını etkileyebilir.
Cenevre görüşmeleri hem Kıbrıs için hem de bölgesel dengeler açısından kritik bir dönemeçtir.
Zıt kutuplardaki liderlerin masaya koyacakları koşullar ve talepler, sürecin olumlu veya olumsuz yönde gelişmesine yön verecektir.
Geçmişteki deneyimlerden ders alınarak, bu görüşmelerde daha yapıcı bir üslup benimsenmesi gerektiği açıktır.
Ancak geçmişte olduğu gibi, dönüşte olumlu yorumların yapılması için her iki tarafın esneklik göstermesi ve ortak paydada buluşabilmesi gerekecektir.
Kıbrıs’taki çözüm süreci, basit birçok taraflı müzakere değil, derin siyasi ve tarihi bağları olan karmaşık bir meseledir.
Bu nedenle, Cenevre’deki görüşmeler sonucunda gerçek ve sürdürülebilir bir çözüme ulaşılabilmesi için tüm tarafların yapıcı bir yaklaşım sergilemesi ve ortak bir vizyon geliştirmesi hayati önem taşımaktadır.
Neresinden bakarsak bakalım, Kıbrıs sorunu yalnızca iki toplum arasında değil, aynı zamanda sürecin tüm katılımcıları olan uluslararası aktörler arasında da bir mücadeleye dönüşmüş durumdadır.
Bu dengeyi sağlamak, gelecekteki barış ve istikrar için kritik bir adımdır.