“Cenevre Zirvesi”nden Beklenenler

Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin inisiyatifinde, 17-18 Mart tarihlerinde Cenevre’de yapılacak olan 5+1 formülü ile ifade edilen gayri resmi zirvede, Kıbrıs Türk toplumunun temsil edilmeyeceği çok açık bir gerçekliktir.
Türkiye’nin adanın kuzeyine taşıyıp vatandaş yaptığı nüfusun, Kıbrıslı Türklerden fazla olduğu gerçeği ve seçimlere asker-sivil Türkiyeli yetkililerin müdahale etmesi, Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesinin seçim sonuçlarına yansımadığını göstermektedir.
Son yapılan toplum liderliği seçiminde yaşananlar, Ersin Tatar’ın Türkiye’nin ataması ile o göreve geldiğini göstermektedir.
Bu gerçekten hareketle, Türkiye’nin kukla olarak Ersin Tatar’ı Cenevre’ye götürülmesi, Kıbrıslı Türklerin değil Türkiye’nin çıkarlarının zirvede konuşulacağını göstermektedir.
4+1 zirvesinden herhangi bir sonuç alınması, Türkiye’nin “İstirdat Planı”ndan vazgeçmesi ve Kıbrıslı Rumların da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni siyasi eşit temelinde Kıbrıslı Türklerle paylaşması ile mümkündür.
Özellikle Türkiye “garantörlük” sorumluluğundan çok uzak, işgale dönüştürdüğü kuzey Kıbrıs’taki statükosunu korumak için uğraş vermeye devam etmektedir.
Bir yandan adanın kuzeyindeki kolonicilik faaliyetlerini sürdürürken, her görüşme sürecinde Kıbrıslı Türkleri de siyasi rehine olarak kullanmaktadır.
Uygulanan taktik ise çözüm isteyip çözümsüzlüğe oynama, kazanılan zamanda koloniciliğe devam etme ve Kıbrıslı Rumları suçlu göstererek, masadan kaçma üzerine kurmuştur.
Bu zirveye giderken de “iki ayrı eşit egemen devlet” gibi Türkiye’nin de altında imzası olan “Garanti ve İttifak Antlaşmaları’na” aykırı bir taleple masaya oturulacaktır.
Anlaşılan odur ki; Türkiye pazarlığı buradan başlatacaktır. Kıbrıs Rum tarafının “iki ayrı eşit egemen devlet” talebini kabul etmesi mümkün değildir.
Yunanistan ve İngiltere’nin de bu talebi kabul etmeyecekleri, geçtiğimiz hafta İngiliz yetkililerin adaya yaptıkları ziyarette de ortaya çıkmıştır.
Cenevre’de sonuç almak, üçüncü tarafların Türkiye’yi ikna etmesi ile mümkündür. Bu da Kıbrıs pastasından Türkiye’ye pay verilmesi anlamı taşımaktadır.
Genel Sekreteri’nin adaya özel temsilci gönderip, nabzı yoklamasına ve iki tarafın çözümle ilgili yakınlaşamamasına rağmen, zirveyi talep etmesi oldukça düşündürücüdür.
Değerlendirmeme göre zirveden çıkabilecek olası sonuçlar şunlardır;
1-Tarafların pozisyonlarını korumaları durumunda, Genel Sekreter sürecin bitmesini önlemek için teknik düzeyde görüşmelerin devamını isteyebilir. Bu da aslında statükonun devamı anlamı taşır.
Türkiye “İstirdat Planı”na devam eder ve adanın kuzeyindeki kolonicilik faaliyetlerini ileriye taşır. Kıbrıs Türk toplumu diye bir sosyal yapı kalmaz.
Gençler dış ülkelere veya güney Kıbrıs’a göç etmeye devam eder, Kıbrıs Cumhuriyeti de “zorunluluk doktrinine” dayalı olarak Kıbrıslı Türklerin 1960’ta kazanılan toplumsal haklarını geriye götüren yasal düzenlemeler yapar. Bu Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti dolayısı ile AB vatandaşlığının ortadan kalkmasına varan bir süreci başlatabilir.
2-Pazarlıkların sonuç vermemesi durumunda Genel Sekreter olayı BM Güvenlik Konseyi’ne taşır. Kıbrıs’taki “iyi niyet misyonunu” bitirir.
Bu statükonun devamı anlamı taşır. Türkiye bundan rahatsız olmaz. Bu şekilde “İstirdat Planı” yürürlükte kalmaya devam eder. Eğer Türkiye pazarlık yapmaya ve Kıbrıs Rum tarafını sıkıştırmaya karar verirse, 186 sayılı BM kararının değişmesi talebinde bulunarak zaman kazanabilir. Burada da kaybeden yine Kıbrıslı Türkler olacaktır.
3-Zirvede sonuç alınamaması, Genel Sekreteri görüşme kapısını kapatmayarak, görüşmeleri tekrardan başlatmak için Ekim ayında kuzey Kıbrıs’ta yapılacak toplum liderliği seçimlerinin sonucunu beklemeye itebilir.
Bu seçimler sonucunda, Birleşmiş Milletler’in öngördüğü, tarafların da karşılıklı uzlaşıya vardığı federal çözümü isteyen birisinin seçilmesi durumunda zirve yeniden toplanabilir.
Buradaki temel yanılgı adanın kuzeyinde demokratik bir seçimin yapılamayacağını ve Türkiye’nin istemediği hiçbir adayın seçilemeyeceğini, uluslararası güçlerin görmek istememeleri veya bizim bunu anlatamamamızdır. Türkiye’yi gücendirmeme ve seçimlerde Türkiyeli oyları kaçırmama adına yaratılan bu suskunluk aslında Kıbrıs Türk toplumuna yapılan en büyük kötülüktür.
4-Zirvede yapılan pazarlıklardan, Türkiye memnun olursa, süreç devam eder. Yeni kapıların açılması, güven yaratıcı önlemlerin hayata geçmesi ile birlikte iki toplum yeni sürece hazırlanırlar. Bu yapılan görüşmeler sonunda da referandum olmadan bir çözüm modeli hayata geçer.
Bu gerçekler ışığında siyaset üretip, Kıbrıs Türk toplumunun taleplerini seslendirmek ve hakkını aramak kaçınılmazdır. Bunu da siyasi partilerin, sendikaların yapması gerekiyor fakat onlar hala daha uyumaya devam ediyorlar.