Lefkoşa Karar Verir Ankara Saygı Duyar

Türkiye’de hangi hükümet iktidara gelirse gelsin, hiçbiri “Kıbrıs İstirdat Planı“ndan (Kıbrıs’ı geriye alma) asla geriye adım atmamıştır.
1958 yılında NATO’nun desteği ile kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı (T.M.T.), soğuk savaş döneminde Amerikalılar tarafından özel harp konusunda eğitilmiş, Albay İsmail Tansu tarafından hazırlanan, İstirdat Planı’nı uygulayarak, bugün içinde yaşadığımız bölünmüş ülkemizin yaratılmasını sağlamıştır.
Bu plan bir grup Türkiyeli subayın halk eğitimi adı altında, öğretmenlik ve imamlık maske görevleri ile adamızın her köşesinde T.M.T.’yi örgütlemeleriyle yürürlüğe girer.
NATO’nun Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara kurdurduğu karşı örgüt EOKA’nın Kıbrıs Türk toplumuna yönelik tedhiş hareketlerine karşı toplumun ruh halini çok iyi değerlendiren Türkiye, yerli işbirlikçilerden de yararlanarak, Kıbrıs’taki durumunu güçlendirmiştir.
1963’teki toplumlararası çatışmalarla birlikte, Türkiye TMT’yi kullanarak, idareyi eline almış ve Kıbrıs Türk Toplumu’nun siyasi iradesini gasp etmiştir.
1974 sonrası Türkiye, uluslararası hukuka aykırı olarak, adamızın kuzeyine nüfus aktararak, demografik yapıyı değiştirmeye devam ederken, Türkiye’den gönderilen ve öğretmen ve imam maskesi altındaki misyonerlerin sayısını daha da artırmıştır.
1958’de on subay ile başlayan saha çalışması, bugün artık sayısı 500’ü bulan, imam ve öğretmen maskesi altındaki misyonerlerle camilerde ve okullarda çok yoğun bir şekilde devam etmektedir.
T.C Elçiliği, Türkiye’den taşınan insanların, Kıbrıslı Türkler ile uyumunu engellemek ve asimilasyon politikalarını ileriye taşımak için kurdurduğu siyasi parti, kültür dernekleri üzerinden, ayrıca okul ve camiler kullanılarak propaganda faaliyetlerini sürdürmektedir.
Elçi rolündeki kişi bu faaliyetleri örgütlemek ve koordine etmek için burada bulunmaktadır.
Türkiye’den taşınan nüfusu kontrol altında tutmak ve Kıbrıslı Türkleri kültürel asimilasyona uğratıp, “Kıbrıs Türk Halkı” diye uyduruk bir toplum mühendisliği kavramı üstünden, İstirdat Planı’nı hayata geçirmek temel hedef olamaya devam etmektedir.
T.C. Elçiliği her yerleşim yeri, her faaliyet ve her kişi hakkında sürekli bilgi akışına sahip olup, bu bilgiler düzenli olarak Ankara’ya aktarılmaktadır.
Elçi rolündeki kişi her yerleşim yerine ulaşarak, kişilerin özel sorunları ile ilgilenmekte, belediye başkanları, muhtarlar ile özel görüşmeler yapıp, projeler yürütmekte, kredi ve finansman sağlanması için aracılık yapmakta, kısacası normal bir ülkede hükümetin yapması gereken görevleri üstlenerek hükümet içinde hükümet olmaya devam etmektedir.
Kendi kontrolundaki eski ismiyle T.C. Yardım Heyeti, yeni ismi ile T.C. Kalkınma ve Ekonomik İş Birliği Ofisi üzerinden, Kıbrıslı Türklerin boynuna borç olarak asılıp T.C. tarafından sağlanan bütçe çerçevesinde yatırım faaliyetlerini yürütmektedir.
T.C-K.K.T.C tarafları arasında imzalanan protokoller üzerinden yapılan bu yatırımlar, Ankara’daki hükümete yakın yandaş iş çevrelerine verilen usulsüz ihalelerle yürütülmektedir.
Adamızın kuzeyinde yaşayanların ihtiyaçlarını dikkate almayan bu yatırımlar, yandaşlara para aktarma anlayışına göre verildiğinden, proje kontrolleri de doğru dürüst yapılmamaktadır.
Tarihte aktığı görülmeyen dereler üzerine yapılan uyduruk göletler, Mesarya Ovası’nda yer alan banketsiz uçurumlu yollar, Beşparmak Dağları’nın tepesinde insanlarımızın selden ölmesine neden olan yollar, yapıldıktan çok kısa bir süre sonra çöküp, kağıt gibi bükülen yollar, depreme hiçbir dayanıklılığı olmayan resmi binalar, tarım ve hayvancılık projesi adı altında ülkemizdeki gerçek üretime hizmet etmeyen projeler, ihtiyaç olmadığı halde her köşeye cami inşa edilmesi, cemaati olmayan binlerce kişilik gösteriş amaçlı camiler yapılması ve en son olarak da Pentagon’nu aratmayacak büyüklükte idari binalardan oluşan “külliye” bu mantığın eserleridir.
Kıbrıs üzerinden ekonomik ve siyasi çıkar sağlanırken, aynı çevreler “Türkiye bize para verir. Türkiye’siz yaşayamayız” yalan propagandasına da devam etmektedirler.
Kıbrıslı Türkleri siyasi rehine olarak kullanır, uluslararası hukuk dışında tutarak, üzerimizden kumarhaneler aracılığı ile her yıl 100 milyar dolar kara para aklarken, kuzey Kıbrıs’taki sömürgeciliğin harcamalarını bize ödetildiği gizlenmektedir.
Bugün tartışma konusu olan okullarda kız çocuklarına başörtüsü takılması dayatması, bu gerçekler üzerinden değerlendirilmelidir. Bu konuyu özgürlükler üzerinden ele alan T.C. yetkililerinin Kıbrıslı Türklere ne kadar özgürlük tanıdıkları ortadadır.
Kendi ülkemiz içinde kimlik ve pasaport göstererek seyahat ettiğimiz, her tarafın askeri bölge olduğu, yıllarca bir mandıraya kapatılan koyun misali davranış gördüğümüz, gazetecilerimize yayın yaptıkları için davalar açıldığı ne çabuk unutuldu.
Kıbrıslı Türkleri siyasi rehine olarak tutanlar, başörtüsüne geldiğinde bunu özgürlük olarak ağızlarına almaktadırlar.
Başörtüsü konusu 1958 yılından beri devam eden asimilasyon süreçlerinin bir devamıdır.
Ankara’da planlanan, sistematik bir dayatma olduğunu görmeden tamamen buradaki işbirlikçi kukla hükümetlere yönelik mücadele ile başarılı olunması mümkün değildir.
Öncelikle, Türkiye’yi İstirdat Planı’ndan, asimilasyon ve misyonerlik faaliyetlerinden vazgeçirecek ve adamızı birleştirmesini hedefleyen bir mücadele için tüm toplum kesimleri ortak bir irade ortaya koymalıdır.
Toplumun gazını alan klasik yöntemlerin dışında “gücü güç ile dengeleyen politikalarla” mücadele ileriye taşınabilir.
Olay sadece başörtüsü olarak değerlendirilmeyip uzun soluklu siyasi bir mücadele planlanmalıdır.
Kıbrıs Türk toplumunun siyasi iradesini geri alma esas olmalıdır. Bunun için “Lefkoşa karar verir, Ankara buna saygı duyar” sloganımız olmalıdır.