Biz Daha Önce Bu Filmi Görmüştük

Birinci Dünya Savası sonunda, iki büyük emperyalist devletin Orta Doğu uzmanı İngiliz Mark Sykes ve Fransız Francois Georges Picot, devletlerinden aldıkları talimatla, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle Orta Doğu’da kalan toprakların paylaşımını düzenleyen gizli bir antlaşma hazırladılar.
Adına Sykes–Picot Antlaşması denen bu paylaşımda Suriye, Lübnan, Fransa’nın payına düşerken, Filistin haricinde geriye kalan tüm ülkeler İngiltere’nin etki alanına bırakıldı.
Ülke sınırlarının cetvelle çizildiği bu antlaşmada, insan unsurunun hiç dikkate alınmaması, emperyalizmin sömürü düzeninin hedeflenmesi, paylaşım kavgasının günümüze kadar gelmesine neden oldu.
Antlaşmaya göre uluslararası etki alanına bırakılan Filistin, önce İngiliz mandasına dönüşürken, ardından da 1948 yılında İsrail-Filistin Savaşı ile birlikte kurdurulan, İsrail Devleti’nin, ABD eksenli küresel güçlerle birlikte yürürlüğe koydukları Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde yeniden şekillenmektedir.
“Arap Baharı” olarak sunulan bu kanlı paylaşım kavgasında, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan, Filistin ve İran savaş alanı olarak belirlenmiş olup, İran hariç tüm ülkelerdeki siyasi rejimler ABD destekli terör örgütleri ile çökertilmiştir.
Milyonlarca insanın acımasızca katledildiği, idarelerin terör çetelerinin eline geçtiği, hukukun rafa kaldırıldığı, etnik ve dini temelde çatışmaların sürdüğü bu ülkelerde kaos yönetimi hâkim kılınmıştır.
ABD eksenli küresel güçlerin, İsrail ile birlikte yarattıkları bu yıkım faaliyetleri, CIA’nin Kıbrıs’ta, Yugoslavya’da ve dünyanın birçok yerinde uygulayıp, tecrübe kazandığı, terör örgütlerini beslemeye, eğitmeye ve kullanmaya dayalı yöntemi ile çok başarılı bir şekilde yürütülmektedir.
Sırada, İran’ın da olduğu açıkça görülmekle birlikte, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da, İsrail ile küresel güçlerin maşası olarak kullanılan Türkiye’nin de bu yeniden şekillenmeden payını alacağını söylemek abartma olmayacaktır.
Özellikle milyonlarca Kürt’ün yaşadığı Türkiye’nin komşuları olan Irak ve Suriye’den kopartılan bölgelerde, Kürt devletleri kurulurken bunun Türkiye’yi de etkileyeceği açıktır. Türkiye’de Erdoğan-AKP iktidarının icraatlarına bakıldığında, gelişmelerin bu yönde olacağı görülmektedir.
Erdoğan-AKP iktidarının Abdullah Öcalan ile kucaklaşmasının altında yatan sebep de budur.
Büyük Orta Doğu Projesi’ne hizmet eden bu siyasi gelişmeler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ABD ve İsrail ile yaptığı enerji ve güvenlik antlaşmaları ile de birlikte ele alınmalıdır. 2027 yılından itibaren, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından ticari olarak yararlanılmaya başlanacaktır.
Erdoğan’ın ne “Mavi Vatan” ne de “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemlerinin içinin ne kadar boş olduğunu yaşayarak görmekteyiz. Bu söylemler, küresel güçlerin Türk insanını uyutmaya yönelik, Erdoğan-AKP iktidarına söylettiği “siyasi ninniler”dir.
Türkiye’de iktidar ve muhalefet, küresel güçlerin onlara çizdiği rolleri başarılı bir şekilde oynamaya devam etmektedirler. Vatan, millet, din, iman söylemleri ile Türkiye Cumhuriyeti ekonomik olarak iflas ettirilerek, 1950’li yıllarda başlayan, küresel güçlerin emrine girme süreci tamamlanmıştır.
“Tam bağımsız Türkiye” sloganı ile Amerikalı denizcileri denize atan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına saldıranlarla, onların asılmalarına onay veren muhalefet kesimleri, iktidar ve muhalefet görevlerini başarı ile yürütmektedirler.
Türkiye’de Ekrem İmamoğlu’na yönelik başlayan siyasi gelişmelere muhalefetin verdiği kontrollü tepkilere bakıldığında ve Kıbrıs’ta ortaokul ve liselerde türban takılmasının önünü açan düzenlemelere Kıbrıs’ta gösterilen toplumsal tepkilerin bile, Türkiye’deki muhalefet medyasında bir hafta sonra yer bulması bu kanaatimizi güçlendirmektedir.
Özellikle ülkemiz Kıbrıs ile ilgili olarak, önümüzdeki süreçte önemli siyasi gelişmelerin yaşanılacağı gerçeğini büyük resme bakan herkes söyleyebilmektedir.
Erdoğan ve AKP iktidarı için zaman daralmaktadır. Kendilerine verilen rolleri oynayanlar, Kıbrıs’ta da adım atmak zorundadırlar.
1974’te kendilerine NATO’nun verdiği rolü oynayıp, NATO adına buraya geldiklerini gizleyenlere bu ülkede tarihsel kimliği, dili, dini ve kültürü ile insanlar yaşadığını hatırlatmak ise bizim görevimizdir.
Sınırlar kanla değil, insanlar tarafından harita üstünde kalemle çizilir.