Yarım Kalanlara

Tam nedir? Yarım nedir ya da çeyrek nedir?
Biz küçükken okullarda geometrisini öğretmişlerdi bize. Ortaokulda en nefret ettiğim derste diyebilirim matematikten sonra.
Öğretmenimin belli başlı geometrik şekilleri vardı; tam bir daire, yarım bir küre, silindir üçgen gibi. O şekiller üzerinden bin bir türlü işlemler yapılırdı ama ben sayısal kısmına hiç odaklanamazdım.
Şekillerin şeffaflığına, materyallerin rengine ve kafamda oluşturduğum bin bir türlü hayallerine kafa yorardım.
Sanırım o derslerden zayıf olmamın tek sebebi de hayallerimin ve hislerimin matematikten daha üstün gelmesiydi.
Şimdiki zamanımdaysa yani şairin “yolun yarısı” dediği yaşlarımda, yarım kısmıyla imtihan ediliyorum.
Yarım kalmış hayaller, yarım kalmış hayatlar, yarım kalmış yazılar…
Bu yarım kalmışlığın hiçbir matematiksel işlemi, geometrik formülü de ne yazık ki yok. Bütünü oluşturmak için yarım asırdır Savaş veriyoruz bu cehennemde.
Yine teorisiz bir haftada her gün kalemi kâğıdı elime alıp yazımı yazmak istedim.
Yazdım sildim olmadı, başka bir yazıya başladım yarım kaldı, belki de bir haftanın içinde başladığım beş yazı sonu gelmeden olduğu yerde kaldı. Bir şeylerin sonunu getirebilmemiz, yarım bırakmamamız için kişinin tam olması gerekiyormuş ya da yazıya dökemeyecek kadar cesaret isteyen hisler oluyor bazen onu fark ettim.
Dün akşam evimin balkonunda akşam güneşini yolcu ederken bir bardak ezilmiş üzüm eşlik etti bana, kulağımda bilmediğim bir melodi ama bir o kadar da tanıdık bir…
Dedim ki kendi kendime; belki de bugün yazıyı tamamlama zamanıdır. Başladım yazmaya…
Başlık bir zamanlar yaşama olan inancı mı yeniden uyandıran birini gördüğüm zaman gelmişti aklıma.
“ESMER YÜZLÜ KIŞ YILINA” diye başladım, o kadar çok yazdım sildim ki Kendi kendimden nefret ettim sonra bunları yazarken memleket meseleleri geldi aklıma, ne korkunç bir dönem değil mi…
Kendi hislerimizi yazarken bile kötü hissettiren bir sistemin içindeyiz.
Aşkla bağdaştırdım bütün olan biten her şeyi. Yârin tenine, nefesine, memleketin taşına toprağına duyulan öfke, özlem, sevgi, kaygı hepsi aşka dahildi.
İsyan da aşka dair, tıpkı kalbimizi yaralayan Bir şeyden vazgeçemediğimizde kendimize duyduğumuz öfke gibi…
Kendime öfkemden ruhum protesto etti beni, belki de yazılarımın yarımlığı bundandır kim bilir.
Tıpkı geçenlerde dokuz kişilik bir orduyla memleketi talan edenlere pankart açıp yaka paça götürülen dostumuz, yoldaşımız, şairimiz Halil gibi.
“İnsan Konuşur, İnsan Direnir!!!” diye isyan etmişti elleri kolları tutulmuş sürüklenirken, bağırarak. Boşuna demem “şairler kalbin, isyanın sözcüsüdür” diye.
Bu söz, o görüntüler o kadar yüreğime dokundu ki, içimden tekrar etmiştim haykırdığı bütün sözleri.
Hem memleket için hem de kendimiz için, yarım olanı bütüne çevirmek için insan konuşmalıydı insan, direnmeliydi değil mi…
Aşk demiştim memlekete, bir insana duyulan aşk. Matematiğini ve formülünü bilmediğimiz şeyler.
Tamamıyla hayal gücüne dayalı hisler. Bu yüzdendir sınıfta kalışımız, yarım olanı tamamlayamayışımız.
Ama bak hayal kırıklığından koca bir yazı tamamladım yarımsız ve ayıpsız…
Öperim örselenmiş yüreğinizden…