InstagramKöşe Yazarlarımız

Korkutan Pankart: “İrade Bizde”!






Son günlerde, Kıbrıslı yurtseverlerin gerçekleştirdiği bir eylem, üzerinde ciddi tartışmalar doğurdu. “İRADE BİZDE” yazılı pankart, sadece bir ifade özgürlüğü olarak algılanmaktan öteye, bazı çevrelerde korku yaratan bir mesaj olarak karşılık buldu.

O kadar bir korku ki bu, Yavru Külliye (ya da Vilâyet Konağı) olarak yapılan yer için eylem yapan birkaç vatandaşlarımıza polis, Anayasal hakları olan bir gösteriyi engellemiştir.

Lefkoşa Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı’nın önünde yer alan çemberde toplanan birkaç yurtsever Kıbrıslı, yağmur altında şemsiyelerini açarak barışçıl bir protesto gerçekleştirdiler. Ancak, bu eylem, polis tarafından orantısız güç kullanılarak sonlandırıldı. Bu durum, Türkçe konuşan Kıbrıslı toplumu derinden sarstı.

Peki, gerçekten “övünülecek bir demokrasi” var mı bu adada? Yoksa sadece işgal ve istihdam mı söz konusu?

Kıbrıs’ta, yabancı güçlerin etkisi altında yapılan uygulamalar, Kıbrıslıların iradesini hiçe sayar nitelikte olmuştur.

Yavru Külliye’nin yapımına karşı olan çoğunluğa rağmen, bu yapının inşası, Kıbrıslıların haklarının göz ardı edilmesiyle mümkün olmuştur.

Yavru Külliye, Kıbrıs mimarisine aykırı bir beton yığınından başka bir şey değildir ve bu durumu kabul etmek, kendini bilen Kıbrıslıların asla onaylayamayacağı bir gerçektir.

Cumartesi günü yapılan açılışta kalabalığın büyük bir kısmının, Kıbrıslıların değil, para karşılığında getirtilen yabancıların oluşturduğu bir topluluk olduğu ortadaydı. Kıbrıslı yurtseverlerin, bu tür etkinliklere katılmamaları, kendi öz kimliklerine ve geleceklerine duydukları saygının bir göstergesi olurken, “biat eden” siyasetçilerin kurdele kesme hevesi ise dikkat çekti.

Eline makas alanların kalabalığına bakıldığında, Kıbrıslıların bu olayda gerçek bir temsili olmadığını görebiliriz.

Gösterilerin sadece Timbu Havaalanı eski terminalinde toplanan yabancı kalabalıkla sınırlı kalmadığı, aynı zamanda Yavru Külliye’deki konuşmalarda yurtsever öğretmenlere yönelik tehditlerin arttığı gözlemlendi.

Başörtüsü konusu bahane edilerek, Kıbrıslı öğretmenlerin hedef alındığı bu durum, kültürel ve sosyal kimliğe yönelik bir saldırıdır ve bu da toplumu daha da öfkelendirmiştir.

Geçmişte Kıbrıs üzerinde kurulmuş birçok işgal ve sömürü düzeni, sonuçta tarihin sayfalarında silinmiştir.

Yarım asırlık bu işgalin de bir gün sona ereceği, tarihin akışıyla kanıtlanmıştır.

Kıbrıs’a dair geçmişin öğrenilmesi, mevcut durumun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Her ne kadar bugünkü durum üzücü ve acı verici olsa da, Kıbrıs’ın gerçek sahipleri biz Kıbrıslılar, irademizi asla kaybetmeyeceğiz!

Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs Kıbrıslılarındır. Hiçbir dış güç, bu toprakları ve irademizi bizden alamayacak!

Uzun bir geçmişe dayanan mücadelemiz, gelecek nesiller için önemli bir referans olacak ve Kıbrıs’ın gerçek kimliğini koruma mücadelemiz, sonsuza dek devam edecektir.

Bizler, sesimizi duyurmayı ve haklarımızı savunmayı sürdüreceğiz!

Ayşemden Akın ve Emine Yüksel’in güvenliği

Son dönemde, gazetecilik faaliyetleri sırasında Ayşemden Akın ve Emine Yüksel gibi önemli ve cesur isimlere yönelik ölüm tehditleri, toplumsal bir sorun haline gelmiştir.

Bu durum, sadece kendileri için değil, basın özgürlüğü ve toplumun demokratik dinamikleri açısından da son derece kaygı vericidir. Bu tehditler, sadece bireysel güvenlik meselesi değil, aynı zamanda herkesin can güvenliğini korumakla yükümlü olan devletin sorumluluğudur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, her vatandaşın can güvenliği, Anayasa’nın teminatı altındadır. Anayasa’nın ilgili maddeleri, vatandaşların yaşam hakkını, özgürlüklerini ve güvenliğini güvence altına alır.

Bu bağlamda, polis teşkilatının, Ayşemden Akın ve Emine Yüksel gibi vatandaşları tehdit eden durumlarda derhal harekete geçmesi gerekmektedir. Tehditler somut hale geldiğinde, olayın ciddiyeti ve aciliyeti göz önünde bulundurulmalı ve gerekli güvenlik tedbirleri alınmalıdır.

Gazetecilerin toplumsal işlevleri, demokrasinin temel taşlarından biridir. Onlar, toplumun olaylara gerçek bir gözlemci olarak yaklaşmasını sağlarlar. Ancak, bu görevi icra ederken yaşamlarının tehdit altında olduğunu bilmek, gazetecilik pratiğini zorlaştırmakta ve toplumsal diyalogun engellenmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla, devletin bu konudaki işlevi, sadece yapıcı bir tutum sergilemekle kalmayıp, aynı zamanda aktif bir güvenlik sağlamayı da içermelidir.

Polis Genel Müdürlüğü’nün, Ayşemden Akın ve Emine Yüksel’e yönelik olarak derhal ve etkili bir koruma tedbiri alması elzemdir. 7/24 güvenlik tahsisi, tehditlerin ciddiyetine binaen yapılması gereken bir uygulamadır.

Bunun yanında, özel koruma görev süresinin de uzatılması gerekmektedir.

Çünkü gazetecilik faaliyetlerinin bir parçası olarak yapılan haberler, bazı çevreleri rahatsız edebilir ve bu durum, tehditlerin artmasına sebep olabilir. Polis teşkilatının, bu durumları önceden öngörerek gereken tedbirleri alması, temel bir kamu görevidir.

Toplumun güvenliği sadece bireysel koruma ile sınırlı kalmamalıdır. Bu tür tehditlerin önlenmesi için toplumda genel bir bilinç oluşturulması ve tehditlerin kaynağının irdelenmesi gerekmektedir.

Suçluların cezasız kalmayacağı ve böyle eylemlerin hoş görülemeyeceği mesajının net bir biçimde verilmesi, bu tür tehditlerin sayısını azaltabilir.

Bunun yanı sıra, medya kuruluşları da gazetecileri koruma konusunda daha proaktif çözümler geliştirmeli ve bu tür durumlarda dayanışma göstermelidir.

Sonuç olarak, devletin ve özellikle güvenlik güçlerinin, Ayşemden Akın ve Emine Yüksel gibi gazetecilerin güvenliğini sağlama sorumluluğu, sadece bir görev değil, aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur.

Polis Genel Müdürlüğü, toplumsal barış ve güvenliği sağlamak adına, ölüm tehditleri konusunda daha fazla dikkat ve hassasiyet göstermelidir.

Tüm vatandaşlar, özellikle de gazeteciler, özgür bir şekilde görevlerini icra edebilmelidir. Bu tür tehditlerin ciddiyeti karşısında gerekli önlemlerin hemen alınması, sadece kurbanların değil, tüm toplumun güvenliği için elzemdir.











Başa dön tuşu