Bu kez güle güle Eylül…
“İç iklimimin umut dolu fasıllarına” rağmen baskı döneminin freni kopunca Eylül 2016’da yaşamıma Silivri girdi.
Geçen hafta 23 Eylül’dü.
Sonbahar mevsimin resmî başlangıç tarihi…
Aynı zamanda gece ve gündüz eşitliğinin yaşandığı gün, Latince adıyla ekinoks…
Sonbahar ekinoksu.
Ekinokslara babam meraklıydı.
21 Martlarda ilkbahar ekinoksunu ve 23 Eylüllerde sonbahar ekinoksunu pek ıskalamazdı.
Nitekim, ölümünden üç yıl önce, 23 Eylül 2012 tarihinde yayımlanan, “Bu Gece, ‘Gündüz’ ile ‘Gece’ Uzunluğunun Eşit Olduğu Bir Gece” başlıklı bir yazısına rastladım…
24 Eylül’den itibaren, gündüzlerin kısalmaya, gecelerin uzamaya başladığını anımsatıyordu.
***
Sonbahar ekinoksu ise bana oldum bittim meftûnu sayıldığım eylülün gitmekte olduğunu söyler.
Belki de o yüzden 40 yıldır her defasında alelacele eylülü, gelmeden önce ağustos sonlarından başlayarak selamlamaya çabalarım:
Güller ve hanımelleri ile donanmış bahçeler, hepsinin birbirine benzediği açık mutfak pencerelerinden ortalığa yayılan kızartma kokuları, günün kararmaya başlamasına rağmen eve girmemekte direnen inatçı çocukların sesleri.
Yaz gerilerde kalmaya başladı.
‘Alev rengi hüznüyle’…
***
2012 yılından itibaren ağzını şapırtdatmaya başlayan sivil vesayet nedeniyle Türkiye’de benim için de köşe yazarlığı imkânı pek kalmadığı için eylül yazıları da inkıtaya uğradı.
Namık Çınar, siyasi baskılar nedeniyle yazı yazma imkânı elinden alınan bir dost olarak bana, 2013 “bahar ayininin” serencamını sorup, köşesinde yayınlamak üzere yanıtı yazıyla bildirmemi istedi.
Son eylül yazımı onun sütununda yayımladım, yazıyı da şöyle bitirmişim:
Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Bu sayede, eylülü şatafatlı bir ayinle karşılıyorum.
Bu eylülün dışarıdaki duygu dekoru benim için değişmese de iç iklimim umut dolu fasıllarla yüklü.
Hoş geldin eylül.
***
Benim için 2012 yılından başlayan ve yazı yazma imkânını elimden alan “baskı dönemi” zorbalığını artırarak sürdürdü.
“İç iklimimin umut dolu fasıllarına” rağmen baskı döneminin freni kopunca Eylül 2016’da yaşamıma Silivri girdi.
Öyle ki 2013’te misafir olarak yazdığım son Eylül yazısı, “2016 Eylülünden beri özgürlüğünden mahrum olan Mehmet Altan her eylülde bir ‘hoş geldin sonbahar’ yazısı yazardı. Bu yazı 2013’ten…” ibaresiyle P24’te yeniden yayımlandı.
***
Sonrasını da merak ettim.
Merak ettiğim sonrayı “Basın Tarihi”nin Silivri Notları bacağında buldum…
Babam Çetin Altan’ın beni 23 yaşımda Paris’te götürdüğü Monet’nin Giverny’deki evinin belgeseline, bu kez Eylül 2017’de Silivri’deki hücremde bir televizyon belgeseli olarak rastladım.
Belgeselin yarattığı ruh iklimini de Silivri notlarına döktüm.
Sonra da onu yayımladım.
Son satırları şöyle:
10 Eylül 2016’da gözaltına alınıp, 12 gün sonra 22 Eylül’de tutuklandığımdan, iki yıl önceki Eylül’de fazla bir şey yazamamışım. 2017 Eylülü’nde ise yukardaki notu kaleme almışım.
2018 Eylülü biterken, bir önceki Silivri Eylülü’nü sonbaharın solgun ışığına çıkartmak istedim.
Madem Basın Tarihi yazıyoruz, araya da günümüzün soluk bir rengi girsin. Eylül yazısı niyetine.
***
“Hapishane Odasında Dondurulmuş Yaşamlar” başlığıyla yayımladığım Ekim 2017 ayı içinde aldığım notlarda ise eylül ile değil ama sonbahar ile ilgili bir cümle var:
Bağ Bozumu Fırtınası lafını daire içine almışım. Bağbozumu benim için hep sonbaharın romantik bir simgesidir, belki bu yüzden.
***
Ve geldik 2020 Eylülüne…
Babamın ekinoksları…
Benim eylüllerim…
“İç iklimimin umut dolu fasılları” yerli yerinde dursa da gündüzün aydınlıkları kısalıp, gecenin koyu karanlıkların arttığı bu dönemde, bu kez eylülün gelişini değil, gidişini selamlıyorum.
Kendisini şatafatlı bir ayinle yolcu ediyorum:
Güle güle eylül.
Ve hoş geldin sonbahar.