KıbrısManşet

Mafya devleti ne demek? Kıbrıs bu tarife ne kadar uyuyor?






ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yonca Özdemir, Halk TV‘ye verdiği röportajında suç örgütlerinin hangi ortamlarda yeşerdiği ve ‘mafya’ olarak anılan isimlerin nasıl oluyor da vatanseverlik, hayırseverlikle anıldığına çarpıcı yorumlar getirdi

İşte o röportaj;

– KKTC nasıl kumar ve bahis adası haline getirildi?

Bu tamamen Türkiye ile bağlantılı, Türkiye’de yaşanan değişimler sonucu oldu. Zaten KKTC Türkiye’ye göbekten bağlı bir ülke. Tanınmamışlığı sebebiyle başka herhangi bir ülke ile organik ilişkileri mevcut değil. KKTC’de bahsettiğiniz koşulları yaratan en büyük faktör Türkiye’de 1998’de kumarhanelerin, 2006’da da online bahis sitelerinin yasaklanmasıdır. Dönüm noktası bunlardır. Bu yasaklarla birlikte Türkiye’deki kumar-organize suç ilişkileri buraya taşındı ve Kuzey Kıbrıs hızla kumar ve bahis adası haline getirildi. Organize suçlar hep böyledir. Bir yerde yasaklarsınız ya da etkili bir mücadele gerçekleştirirsiniz ama yok edemezsiniz. Hemen en yakındaki başka bir coğrafyaya kayar. Bu arada, kumar ve organize suçlar zaten hep bir aradadır.

– Niçin?

Çünkü organize suçlardan elde edilen kara paranın aklanabilmesinde kumar sektörü çok önemli bir rol oynar. Dolayısıyla kumar nereye kayarsa ona entegre kara para ve kara ilişkiler de mutlaka oraya transfer olur. Bu arada Kuzey Kıbrıs’a baktığınızda aslında vahşi bir mafya ortamı göremezsiniz. Kıbrıslı Türklerin neredeyse hepsi birbiriyle akraba ya da ahbaptır. Geçtiğimiz salı günkü suikast Kıbrıs için gerçekten şok edici bir olaydı. Böyle bir şeyi gerçekleştirebilecek bir güç burada mevcut değil. Buradaki mafya hesaplaşmaları mutlaka Türkiye ile bağlantılıdır. Türkiye’den birileri görevlendirilir ve buradaki hesaplar o şekilde görülür.

– Falyalı’nın yükselişi Ada’nın bu hale gelmesiyle paralel bir hikâye mi?

Tabii ki. Daha 1990’larde otellerde, kumarhanelerde güvenlikçi olarak çalışan bir kişinin 2000’lerde nasıl bu kadar devasa bir servete kavuştuğunu ve adeta devleştiğini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Görünen o ki, Kuzey Kıbrıs’ta kumar-bahis sektörü büyüdükçe Falyalı da onunla birlikte büyümüş. Özellikle de sektörü elinde bir şekilde monopolize etmiş olması sebebiyle adeta rakipsiz, tek başına büyümüş görünüyor. Düşünün, 2019 yılında bir İngiliz futbol takımını (Fulham) 100 milyon sterline satın almaya çalışmıştı! Böyle bir para böyle küçücük bir adanın kuzeyinden nasıl çıkar? Bu arada futbol kulübü almak da tipik bir mafya kara para aklama yöntemidir. Mafya örgütleri mali sıkıntı içindeki futbol kulüplerine çok ihtiyaç duydukları nakit paraları transfer ederek futbol kulüplerinin içine sızabilmekte. Kulübün kontrolünü ele geçirdikten sonra da oyuncu transferleri, TV hakları anlaşmaları ve bahisler yoluyla milyonlarca avroyu aklamak mümkün olabiliyor. Rus mafyasının Avrupa futbol piyasasına sızdığı artık bilinen bir olgu.

– Mafya devleti ne demek? Kıbrıs bu tarife ne kadar uyuyor?

Mafyanın çok güçlendiği devletlerde mafya ve devlet yetkililerin yakın ilişkileri olduğunu ve yüksek devlet yetkililerinin suç örgütlerinin oyuncuları ve savunucuları haline geldiğini görürüz. Mafya devlet demek illaki mafya devleti yönetiyor demek değil; mafya devlet, devlet ve mafyanın yakın ilişkiler içinde olması ve birbirini destekler hale gelmiş olması demek. Moises Naim 2012’de Foreign Affairs dergisinde “Mafya devletler” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Bu yazıda bu tip devletler tasvir edilmekte ve bu devletlerde ulusal çıkar ve organize suçun çıkarlarının nasıl artık ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda olduğunu anlatılmaktadır. Mafya devletlerinin politikaları ve kaynak tahsisleri, tipik olarak devlet davranışını şekillendiren güçler kadar mafya örgütlerinin ve liderlerinin etkisiyle de belirlenir, çünkü suç örgütleri her zaman siyasi sistemi kendi çıkarları için yozlaştırmaya çalışırlar. Bu örgütler ve bunları yönetenler ellerindeki kirli para yoluyla ülkelerindeki siyasetçiler ve devlet kurumları üzerinde baskı kurma ve yandaşlar bulma kudretine sahip olurlar ve böylece hem siyasetin hızla kirlenmesine hem de hukuk sisteminin zayıflamasına yol açarlar. Örneğin, Montenegro (Karadağ) ve Kosova mafya devletler olarak görülüyor. Hatta Bulgaristan da AB’nin içindeki bir mafya devlet haline geldi. Son yıllarda Venezuela da tipik bir mafya devlet özellikleri göstermeye başladı. Bu tip ülkelerde hükümet ve devlet yetkilileri organize suç şebekeleriyle işbirliği yaparak kendilerini, ailelerini ve yakınlarını zenginleştiriyor ve böylece suça ortak oluyorlar. –

– KKTC’nin de bu tanıma uyduğu iddia edilebilir mi?

Edilebilir. Nitekim Halil Falyalı’nın özellikle iktidar partisi UBP ile yakın ilişkileri bilinen ve artık sıkça ifade edilen bir gerçek. Gittikçe güçlenmesinden anlıyoruz ki yaptığı işler bilinmesine rağmen devletçe ya da devletteki bir takım yetkililerce korunup kollanıyordu. O da tabii kendisini kollayanları kolluyordu. Sınıraşan Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim (Global Initiative Against Transnational Organized Crime) kuruluşunun 2021 Küresel Organize Suç Endeksi raporu Türkiye’yi de mafya devlet olarak tanımladı ve “Türkiye bir mafya devlet haline geldi ve kanıtlar durumun şimdi her zamankinden daha fazla böyle olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı. Bu rapora göre Türk organize suç örgütleri Avrupa’ya toptan eroin ithalatını kontrol ediyor ve 2016’dan bu yana Türkiye ile ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi arasındaki işbirliği önemli ölçüde azaldı. 2016 yılının bir dönüm noktası olmasının sebebi olarak ise 2016 darbe teşebbüsünden sonra polis teşkilatı içinde yapılan operasyonlar ve bunların sonucunda polis gücünün, narkotik birimi de dâhil olmak üzere, zayıflaması olarak gösteriliyor. Bildiğiniz üzere Türkiye-Avrupa arasındaki uyuşturucu trafiğinin büyük kısmının Kuzey Kıbrıs üzerinden gerçekleştiği iddia ediliyor ve Falyalı da bu ilişkilerde kilit isim. Dolayısıyla KKTC’deki bu yapılanmayı Türkiye’deki yapılanmalardan ve gelişmelerden ayrı düşünmek mümkün değil. Bir nevi KKTC’deki suç örgütleri ve Türkiye’dekiler entegre durumda.

– Halil Falyalı’nın ismini ilk kez Sedat Peker’in geçen yıl yaptığı açıklamalarla duyduk. Falyalı ne kadar güçlüydü? Suç örgütleri iktidardaki gücünü hangi yöntemlerle elde ediyor?

Falyalı’nın tam olarak kimlerle ilişkileri vardı, hangi işleri yönetiyordu, onu kim öldürdü, vs. bunlar polisin araştırması ve bilmesi gereken konular. Ben bir ekonomist gözüyle gücü açısından sadece şunu söyleyebilirim: Milyonlarca hatta belki milyarlarca dolarlık bir piyasadan bahsediyoruz ve bu piyasa neredeyse tek bir kişi tarafından monopolize edilmiş gibi görünüyor. En azından iddialar böyle. Bu da Falyalı korkunç bir ekonomik gücü elinde tutuyordu demektir. Bu ekonomik güç tabii ki siyasi gücü de beraberinde getiriyor. Nitekim maddi kaynaklar her zaman siyasi satın alabilir. Durum buysa, birileri mutlaka bu piyasadan pay almaya kalkışacaktır. Duruma siyasi bir gözle baktığımızda bu kişinin siyasi bağlantıları önem arz ediyor. Bu ilişkiler ve iddia edilen şantaj videoları da göz önüne bulundurulduğunda birileri elbet bu kişiye husumet de besleyecektir. Burada vahşi bir mafya sisteminden ve korkuya dayalı bir güçten bahsetmiyoruz alında.

– Neden bahsediyoruz o halde?

Daha ziyade yozlaşmışlık ve patronaj ilişkileri üzerinden yürüyen bir kirli ilişkiler yumağı var. Yani, daha çok eş-dost, tanıdıklar yoluyla (Kıbrıs’ta neredeyse herkes herkesi tanıyor), bazen kumar borcu, bazen partiye/partilere akıtılan paralar, bazen “hayırsever” görünümü altında yapılan bağışlar ve başka menfaatler yoluyla Falyalı gibi birinin Kuzey Kıbrıs’ta inanılmaz bir etki alanı yarattığını görüyoruz. Öyle ki, ne yaptığı neredeyse herkesçe bilinen ve hakkında suç dosyaları olan birine bu yaptığı kirli işler sebebiyle hiçbir dava açılamıyor. Kendisi hakkında suç duyurusunda bulunsanız bu şikâyeti işleme koyacak polis ve dava edecek savcı bulamıyorsunuz. Dahası bu kişi ülkedeki yüksek düzey yetkilerle ve siyasetçilerle (Cumhurbaşkanı dâhil) yakın ilişkiler içinde. KKTC’de de Falyalı’nın iktidardaki parti olan UBP ile yakın ilişkileri olduğunu Kuzey Kıbrıs’ta bilmeyen yok. Hatta daha önce başka yazar ve gazetecilerin de belirttiği üzere, Falyalı’nın UBP’nin seçim kampanyalarını finanse ettiği iddiası var. Birkaç gün önce Ahmet Şık da KKTC’de bir bakanın Falyalı’nın en büyük bahis sitelerinden birinin ortağı olduğunu da iddia etti. Siz bu şekilde devlet görevlilerini, siyasetçileri avucunuzun içine alırsanız tabii ki dokunulmaz olursunuz. Taa ki Türkiye’den birileri ipinizi çekene dek.

– Buna karşın yargı işlemiyor mu, onun önündeki engel ne?

Öncelikle demin de belirttiğim üzere, organize suç örgütlerinin elindeki para (ki KKTC gibi küçücük bir yerde milyarca dolarlık gelirden bahsediyoruz), her türlü kurumu ve kişiyi yozlaştırmaya yetecek kadar büyük miktarlar. KKTC özelinde bir sorun olarak bir şekilde kumar borcu olanların Falyalı’ya karşı düştüğü zafiyet durumları var (anlaşılan buna yargı sistemindeki bazı kişiler de dahil). Diğer yandan da muhtemelen Falyalı’nın siyasi ilişkileri sebebiyle yargı üzerindeki baskı ve bu baskı sebebiyle yargının işleyememe durumu var. Yani Falyalı’nın yargılanıp hapse atılmamış olmasına şaşırmıyoruz. Görünen o ki KKTC’de kirli para ve onun yarattığı kirli ilişkiler karşısında yargı ve polis gibi kurumlar artık tamamen aciz kalmış durumda. Eski KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı dahi “Halil Falyalı sürekli olarak Ulusal Birlik Partisi (UBP) yönetiminin en üst kademeleri ile birlikte anılan bir isim olmuştur. Her düzeydeki seçimlerde UBP’yi tüm maddi imkânlarıyla desteklediği herkesçe biliniyor” demişti. Evet, bunları herkes biliyor, ama herkes âdeta üç maymunu oynuyordu. Ancak geçen yıl Sedat Peker, Falyalı ile ilgili çok ciddi iddialarda bulununca ve geçtiğimiz ekim ayında Falyalı geçici bir süre gözaltına alındığı zaman birileri bunu yüksek sesle bunu ifade etmeye başladı.

– KKTC Cumhurbaşkanı Falyalı için ‘değerli’ dedi, cenazesi Türk ve KKTC bayraklarına sarıldı… Bu fotoğraf için ne diyorsunuz?

Bugün birçok ülkede suç örgütlerinin sadece yeraltında değil, yerüstünde de faaliyet gösteriyor olduğunu görüyoruz. Mafya örgütleri yasadışı işlerinden elde ettikleri serveti yasal işlerde yatırım yapmak için kullanırlar. Hatta sosyal yardımlar dağıtırlar ve bu sebeple hayırsever kişiler olarak görülebilirler. Oysaki yasadışı yollardan edinilmiş ve devasa boyutlardaki paranın bir kısmının yardım diye dağıtılması hayırseverlik diye değil, parayla itibar ve prestij satın alma çabasıdır. Kendileri ile yakın ilişkileri olan devlet yetkililerinin bu kişileri hayırsever, saygıdeğer olarak tanımlaması da bu yetkililerin işine gelir, çünkü bu şekilde bu suç insanlarıyla ilişkilerini aklamaya çalışırlar. Şunu da belirtmem lazım: Özellikle ekonomik krizin yoğun olduğu ortamlar organize suç örgütleri için çok elverişlidir.

– Neden?

Çünkü kriz ortamında sosyal yardımlar azalır ve sosyal yardıma, işe muhtaç insan sayısı artarken bu durum mafya liderleri için siyasi erişim, sosyal meşruiyet ve halk desteği karşılığında doldurmaktan çok mutlu oldukları bir boşluk yaratır. İşsizliğin yoğun olduğu ortamlarda mafya ekmek kapısı olup en büyük işveren haline de gelebilir. Velhasıl Falyalı öldürüldüğünden beri Kuzey Kıbrıs’ta süregelen bir tartışma da birtakım çevrelerin Falyalı’yı “hayırsever bir iş insanı” diyerek rahmet ve hürmetle anıyor olması. Falyalı’yı bugün “değerli” olarak tanımlayanlar, hatta cenazesine katılanlar, ki buna Başbakan Faiz Sucuoğlu da dâhil, zaten Falyalı ile iyi ilişiklileri olan, onunla aynı içki masalarında oturan ve onun sağladığı maddi kaynaklar ile seçimlerde partilerine finansman sağlayan kişiler. Dolayısıyla bu bahsettiğiniz fotoğraf çok şaşırtmadı.

– Bayrak aşkı, vatanseverlik, hayırseverlik… Bunlar birer örtü mü?

Zaten her türlü musibet bunlar ile örtülmeye çalışılmıyor mu? Uluslararası hukukun ve kuralların uygulanamadığı Kuzey Kıbrıs bir yandan Türkiye kaynaklı kirli işlerin üssü haline de geldi, bir yandan da Türkiye’nin yoğun siyasi baskısı altında ezilmekte. Bunların hepsi milliyetçilik kisvesi altında yapılıyor. Yani hem bu kumar-bahis düzeninin sürmesini isteyenler, hem adada Türkiye’nin müdahalelerine kucak açanlar, hem de adanın bölünmüşlüğü savunanlar aslında genelde aynı kesimler, ya da en azından işbirliği içindeler, çünkü bölünmüş bir ada ve bu şekilde adanın kuzeyinde oluşan yasal boşluk yasadışı işler için elverişli bir ortam yaratıyor. Bu ortamın sürekliliği ise üzeri milliyetçilikle örtülmüş bir “iki ayrı devlet” söylemiyle destekleniyor. Son senelerde KKTC’de tekrar yeşertilen “iki ayrı devlet” söylemini, bu söylemi savunan UBP’li, milliyetçi Ersin Tatar’ın nasıl Ekim 2020’de Türkiye’nin müdahalesiyle cumhurbaşkanı seçtirildiğini ve böylece adada uluslararası hukuka uygun çözüm modellerinden hızla nasıl uzaklaşıldığını düşünürken insan ister istemez bunun neye ve kime hizmet ettiğini sorguluyor. Kuzey Kıbrıs’taki kirli ve karanlık ilişkilerden beslenenlerin adadaki statükoyu değiştirmeye tabi ki hiç niyeti yok. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyi ciddi bir çıkmaza girmiş durumda. Ama KKTC’deki mevcut iktidarın bunu dert edindiğini görmüyoruz.

– Organize suç örgütlerinin yeşerdiği ortamları nasıl tanımlarsınız?

Genelde devletin ve özellikle de hukuk sisteminin zayıf olduğu ortamlar organize suç örgütleri için idealdir. Bağımsız bir yargı sistemi ve bağımsız medya ise tam tersine suç örgütlerinin baş düşmanıdır. Gelir adaletsizliğinin ve işsizliğin yüksek olduğu ortamlar da hem insanları mevcut sisteme karşı inancalarını kaybetmesi hem de suçu meşrulaştırıp insanları suça teşvik etmesi açısından elverişli koşullar yaratır. Kimi yerlerde mafyaya dâhil olmak ekonomik bir zorunluluk haline bile gelebilir. Bir süre Meksika’da yaşamıştım ve orada bu ciddi bir sebepti örneğin. Patronaj ilişkilerinin yoğun olduğu, feodal ilişkilerden kendini koparamamış toplumlar da organize suç örgütleri için ideal ortamlardır. Ancak tüm bunları söyledikten sonra belirtmeliyim ki en gelişmiş ülkelerde dahi organize suç örgütleri olabilir. Bu örgütlerin kontrol etiği para akışı ve servet o kadar büyüktür ki dokunduğu her şeyi kirletebilir.

Özdemir: Offshore bankacılık kara para aklamanın birinci kaynağı

– Geçtiğimiz günlerde televizyonda Kıbrıs’tan bir gazeteciye bağlandım. Türkiye’nin, KKTC’yi ‘suçun arka bahçesi’ yaptığını iddia etti. Bunu bu kadar kolay yapan ne?

Üç ana nedenden bahsedebiliriz:

1) KKTC’nin tanınmamışlığı, yasaların dışında konumu:

KKTC’nin uluslararası platformda tanınmayan bir devlet olması ve bu nedenle de yasadışı bir konumda yasadışı işlerin kolayca yürütülebileceği bir mekân haline gelmiş olması önemli bir faktör. Her ne kadar mafya ve suç ağları normal ülkelerde de büyüyebilse de uluslararası hukukun caydırıcı bir fonksiyonu olduğu yadsınamaz.

2) Coğrafi konum:

Kıbrıs’ın Türkiye’nin hemen yanı başında ve Doğu Akdeniz uyuşturucu trafiği için çok stratejik bir coğrafi noktada bulunması da çok önemli bir faktör. Kumar-bahis işlerinin Türkiye’de yasaklanması ile doğal olarak bu aktiviteler Türkiye’ye en yakın, en elverişli mekân olan Kuzey Kıbrıs’a kaymıştır.

3) Türkiye’nin ve derin devletinin buradaki yoğun etkisi ve kontrolü ve buna ek olarak KKTC’deki yasal eksiklikler:

KKTC gerçekten Türkiye’nin arka bahçesidir. Hatta bazıları “Türkiye’nin çöplüğü” ifadesini de kullandı. Öncelikle, buradaki güvenlik ve polis güçleri otorite olarak tamamen Türkiye’ye bağlı. 1996’da bir suikasta kurban giden Kıbrıslı Türk gazeteci Kutlu Adalı’nın katillerinin kim olduğunu ve neden hala bu kişilerin yargı önüne çıkmadığını bir düşünün. O buradaki kirli ilişkileri araştıran ve ifşa eden bir gazeteciydi. Siyasi olarak da Türkiye’nin her zaman burada yoğun bir etkisi oldu ve bu etki son yıllarda iyice arttı. Bunun yanında KKTC kara para aklama risklerine karşı etkili koruma sağlamak için gerekli yasal ve kurumsal çerçeveden yoksundur. Özellikle offshore bankalar bu konuda endişe kaynağı teşkil etmektedir. Bunu ben demiyorum, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Narkotik Kontrolü Strateji Raporu söylüyor. Kontrolsüz tefeciler ve döviz büroları da ayrı bir endişe verici faktördür. Taa 2006’da Dünya Bankası KKTC’de kumarhaneler ile offshore bankacılığın kara para aklamanın birinci kaynağı olduğunu bildirmişti.

“Çocuklarımın geleceğini burada göremiyorum”

– Kıbrıslı Türkler Falyalı cinayetine nasıl bakıyor?

Kıbrıslı Türkler geçen hafta vuku bulan başka bir kurşunlama olayı daha tazeyken bir de bu cinayet işlenince yurtlarının adeta Türkiye’deki organize suç örgütlerinin arka bahçesi haline geldiğini, bu sebeple de adada huzur ve güvenliklerinin kalmadığını hissetmekte. Ayrıca, zaten son birkaç senedir Türkiye’nin artan müdahalelerine maruz kalmış Kıbrıslı Türkler için Falyalı cinayeti yine iradelerine bir darbe ve yine geleceğe dair ümitsizliklerini pekiştiren bir gelişme. Dolayısıyla bu cinayetin Kıbrıslı Türkleri derinden yaraladığını ve karamsarlıklarını artırdığını söylemek mümkün.

– Çocuklarını Kıbrıs’tan yollamaya çalıştıkları doğru mu?

Bilemiyorum, ama ben kendi açımdan söyleyeyim, evet ben de çocuklarımın geleceğini burada göremiyorum. Hukukun ve adaletin işlediği, huzurlu, istikrarlı ve refah bir ülkede gelecek bulmalarını ümit ediyorum. Nitekim çocuklarımız için arzuladığımız gelecek mafyanın kol gezdiği bir ortam değil. Siyaset sisteminin organize suç örgütlerini değil gençlerimizi ve namusluyla çalışan insanları koruyup kolladığı bir ortamın özlemi içindeyiz.









Başa dön tuşu