InstagramKöşe Yazarlarımız

Prekaryite Kavramı




Geçtiğimiz hafta çağdaş sanat içinde yaygın olarak kullanılan prekaryite (precariousness) kavramını biraz irdeleyelim demiştik.

Bu kelimeye biraz daha detaylı bakmak için de bunu üç haftada inceleyelim demiştik. Yine demiştik ki bu terim sanat eserlerinin üretiminde, sunumunda ve alımlanmasında önemli rol oynamaktadır.

Bir kavram olarak prekaryite, otonom sanat nesnesinin modernist değerlerini alt üst etmede önemli bir rol oynamıştır.

Prekaryite, modern ve çağdaş sanatta, yaygın kullanımındaki olumsuz dilsel bağlamına rağmen, sıklıkla olumlu bir değer kazanır. Çağdaş sanatçıların eserlerine prekaryitenin ne ölçüde etki ettiğini yanıtlamaya çalışarak, prekaryite terimini sanat eserleri bağlamında yorumlamaya çalışalım.

Camila Maroja‘ya göre, geleneksel anlamda bir sanat eseri, “kullanılan malzemenin işlenmesinde yüksek bir ustalık sergileyen bir nesne olarak tanımlanır, bu durum genellikle prekaryiteyi dışlar.

Bu ve diğer sanatsal geleneklere karşıt olarak, prekaryite, nesnenin sanat olarak statüsünün, uygun biçimsel ve/veya teknik özellikler sergilemesi gerçeğiyle belirlenemeyeceğini varsayar” (Camila Maroja, 2014).

Maroja, sanat eserinin ‘kalıcı olmak üzere yapılmış‘ olduğu varsayımını da, müzelerde saklanmasını da reddeder. Bu tutum avangardın geçici olana olan sevgisine değil, aynı zamanda akademik eğitime ve Avrupa estetik geleneğine karşı bir tutum olarak da görülebilir.

Prekaryite, insan eylemleri ve kararlarıyla ilgili bir terimdir ve dolayısıyla başkalarının iradesine ve kararlarına karşı savunmasızdır (Dezeuze, 2017).

Prekaryitenin en tipik yönlerinden biri, çokluk fikrinin ortaya çıkmasıdır. İmmateryal çalışma alanında ve özellikle yaratıcılık, sembolik ve entelektüel değerlerle bağlantılı çağdaş sanat pratikleri, pratikten çalışmaya yeniden yapılandırılmaktadır.

José Luis Brea‘ya göre, bu yeniden yapılandırmada, “sanatsal emek, bilgi-ürün-çalışma alanı içinde yerleşik bir antropolojik işlev kazanır” (Carduso, 2020).

Dezeuze‘ye göre, 1950’lerin sonlarında sanatçılar – gerçek veya varsayımsal -marjinal yaşanmış deneyimlerin kavramsal olarak verimli bir damarını kazmaya başladılar.

Onun temeli, sanat tarihinin bağlamında 1990’larda terimi geliştiren sanatçı Thomas Hirschhorn‘a dayanmaktadır. Prekaryite, genellikle geçicilik (geçicilik) kavramıyla ilişkilidir:

Kolayca kırılabilen, bozulan malzemeler, ‘maddi olmayan’ kavramsal prosedürler ve kırılgan çalışma koşulları.

Geçici durumuna rağmen prekaryite, bugün sanatçılar ve teorisyenler arasında belirgin bir kavram olmaya devam etmektedir.

Ek olarak, sanat eserini bitmemiş bırakma estetik tercihi olarak da anılmaktadır, izleyiciyi tamamlamaya davet etmektedir.

Prekaryite, ‘yoksul malzemeler‘ kullanan ve sanat ile yaşam arasındaki ikiliği kırmaya çalışan Arte Povera gibi diğer hareketlerin de temsilcisi olmuştur.

Ancak sanattaki prekaryite bu tezahürlerin ötesine uzanabilir.

Sanatçının olumsuz çalışma koşullarını, totaliter bir rejim altında yaşamayı, kurumsal desteğin yokluğunu ve yerleşik bir sanat sahnesinin olmamasını da ifade edebilir.

Örneğin, sansür zamanlarında ve kurumsal bir yapının olmadığı yerlerde sanatçılar, eserlerini üretmek için uygunsuz çözümler bulmaya yönlendirilmişlerdir. Bu nedenle, prekaryite, sanatçıların geleneksel alanın ötesinde düşünmelerini teşvik ederek, sanatsal stratejiler konusunda doğaçlama yapmalarını sağlayarak verimli bir üretime yol açabilir.

Ancak, sanat tarihinin geleneksel kategorilerinin ötesinde çalışsalar bile, sanatçılar ve eleştirmenler prekaryiteyi çeşitli sanat söylemleriyle sürekli ilişkilendirmiştir. 20. ve 21. yüzyıllar boyunca, terim, şimdi yerleşik sanat tarihinin bir parçası olan birkaç sanatsal olayla ilişkilendirilmiştir.

Camila Maroja’nın iyi bir şekilde belirttiği gibi, Marcel Duchamp‘ın hazır nesneleriyle somutlaşan ünlü anti-retinal sanatı; üretim sürecinde değişiklik içeren ve anlamsız görünen geçici Dadaist soirées (Camila Maroja, 2014).

Ona göre, prekaryite, geçen yüzyılda sanatın geleneksel görüşlerini sorgulamak veya altüst etmek için bir yol olarak, esasen deneysel sanat üretimi ile ilişkilendirilmiştir ve sadece sanat eserinin maddi kırılganlığı ile sınırlı kalmamıştır.









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu