InstagramKöşe Yazarlarımız

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Eşit Egemen Ortağıyız


Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili sürecin hareketlilik kazandığı bu günlerde, Türkiye Dışişleri’ne ait ayrılığı hedefleyen “statü talep eden” önerisinin, çözüm istediğini söyleyen çevrelerce bir ön talep olarak dile getirildiğini görmekteyiz.

Çözüm kelimesinin arkasına saklanılarak, statü adı altında sunulmaya çalışılan aslında ayrılığın ta kendisidir.

Çözüme karşı olan çevreler bunu “iki devletli çözüm” olarak açıkça ifade ederken, çözümü dillendirenlerin bu yola sapması Türkiye’nin siyasetinin güdümünde olduklarını göstermektedir.

Kıbrıs sorununu, Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sahiplenip paylaşmak istememesi ve Kıbrıs Türk liderliğinin Türkiye ile birlikte ayrılıkçı bir siyaset izlemesi olarak tanımlarsak; çözümsüzlüğün temelinde Kıbrıs Cumhuriyeti Antlaşmaları’nın uygulanmamasının yattığını görürüz.

Bugüne kadar devam eden görüşmelerde, 4 Mart 1964’te Türkiye’nin onay vermesi ile Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sahiplenmesine sebep olan 186 sayılı Birleşmiş Milletler kararı öncesine dönüş görüşülmüştür.

Kısacası, Kıbrıs Türk toplumunun eşit-egemen olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federal bir yapıda tekrardan işler hale gelmesi görüşülmektedir.

1968 yılından beri devam eden görüşme süreci bu temel anlayış üzerine iki bölgelilik gibi bir başka olguyu da katarak sürmektedir.

70’li yılların başında kantonal çözüm, 1977-1979 Doruk Antlaşmaları, De Quellar Belgesi, Gali Fikirler Dizisi, Annan Planı ve en son Crans Montana’ya giden süreci doğurmuştur.

Bu süreçleri çoğu zaman Kıbrıs Rum liderliği sonuçsuz bırakmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tek başına yoluna devam etmiştir.

Burada en çok mağduriyet yaşayan, adanın kuzeyinde Türkiye’nin asimilasyon-entegrasyon politikaları ve ayrı devlet talebinin yarattığı dünyadan soyutlanma neticesinde her geçen gün yok oluşa sürüklenen Kıbrıs Türk toplumu olmuştur.

Bu gerçekler ortada dururken, çözüm istediğini söyleyenlerin, Türkiye’nin aşırı talepleri nedeni ile görüşme masasında, Rum liderliğinin olumsuz tavrını ileri sürerek, masaya oturmadan “Kıbrıs Türk halkının” statüsü için garanti istemesi haklı gibi görülse de aslında ayrılık talebinin şirin bir sunumu yapılmaktadır. Bu konuya bir bakalım;

1-Kıbrıs’ta uluslararası antlaşmalara göre, Kıbrıs Türk Toplumu vardır. Kıbrıs Türk halkı 1974 sonrasında adanın kuzeyinde değiştirilen nüfus yapısını gizlemek ve Lenin’in “Halkların Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı Tezini” ileri sürerek ayrılığa çanak tutmak için kullanılmaktadır.

2-Masaya oturmadan, “Kıbrıs Türk halkının” statüsü için ön şart ileri sürmek Türkiye Dışişleri’nin tezini savunmaktır.

3-“Görüşme masası çökerse statümüz ne olacak?” söylemi görüşme masasında herhangi bir ilerleme kaydedilmemesi ve görüşmelerin çökmesi için yapılan bir provokasyondur.

4-Bu talep Kıbrıs Rum liderliğini masadan kaçırmak ve statükonun devamını istemektir.

5-Bu talebin cevabını bilmelerine rağmen bunu söylemeyen çözümcü çevreler, aslında bölünmüş statükonun kalıcı olmasını talep etmektedirler.

Görüşme masasının çökmesi ile gelinen statü 3 Mart 1964 statüsüdür ki; o da Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasi eşit, egemen ortağı olmasıdır.

Görüşme masasının çökmesi halinde talep edilmesi gereken, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ortaklık haklarımızı kullanmak olmalıdır.

Toprak, nüfus, mülkiyet ve kullanım kaybı tazminatlarını Türkiye’yi yönetenler düşünsün.











Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu