Lekeler
Leke güzeldir.
Yaşanmışlığı gösterir.
Deneyimi, deneyimlemeyi gösterir.
İz bırakır o anla ilgili.
Fotoğraf gibi.
Üzerimizde bir leke gördüğümüzde o anı hatırlarız çoğu zaman.
Üzerimizdeki kıyafet üzerinde oluşan bir delik, derin sohbetlerin somut bir kanıtı olabilir mesela. Ya da duvara dökülen bir kırmızı şarap izi, hatıralarımızı canlandırır.
Onu yok etmek yerine uzun uzun bakarım ben böyle izlere. Yere dökülen kocaman bir şarap lekesi ile geniş bir alanı kaplayan leke de doğal bir yaşanmışlığın sonucu olabilir.
Pas leke bırakır.
Pas zaman içinde oluşan bir lekedir.
Öyle istediğiniz anda yaratamazsınız o izi.
Belli bir süre geçmesi gerekir metalin renk ve şekil değiştirmesi için. Çok doğal bir şekilde ortaya çıkar pas lekeleri.
Hele o boya lekeleri çalışırken oraya buraya atılan, bulaşan rengarenk lekeler yaratım sürecindeki yaşanmışlıkları anlatır.
Ve o kadar güzel şekillerdir ki bunlar, onları feyz almamak mümkün olmaz bazen.
O yüzden lekeler neşelidir. Her bir leke kendine özgüdür. Özgürce, istediği gibi ortaya çıkar ve seçtiği yerde durur.
İlk Türk kahvesi içtiğimde ağzımdaki kahveyi beyaz gömleğime püskürtmüştüm. Alışık olmadığım için ağzım yanmıştı. Ne güzel bir andı o.
Kan lekesi de öyle. Kan lekeleri de apayrı duyguları barındırır içinde. O an hissettiğimiz acı, haz, korku, endişe, sevinç, utanç ve bu gibi daha birçok his…
Doğuştan gelen izler var bir de. Ne güzeldir onlar. Her bir canlıyı benzersiz kılan detaylardır doğal izler.
Benler, yara izleri, çizikler tüm dövmelerden daha güzeldir bana kalırsa. Kontrol dışıdır çünkü. Oluşuverir birden.
Anne karnında DNAlar oyun oynarken ya da bir yaşanmışlık sonucu ortaya çıkarlar.
Hiç gözümden kaçmaz bu detaylar. Onlarla tarif ederim insanları.
Göz içinde bir leke, diş üzerinde bir beyaz nokta, kaş üzerinde bir yara, ellerimizin üzerindeki bin bir kahverengi tonlu şekiller, atık damarlar, çenedeki, yanaktaki çukurlar… hepsi de çok güzeldir, özeldir ve biriciktir. Kişiye özgüdür.
Çoğumuz bu lekeleri yok etmek isteriz. Doğal lekeleri ameliyatla aldırırız, kıyafetlerimizin üzerine dökülen lekeleri çıkaran kimyasallar kullanırız. Tertemiz olmasını isteriz.
Şekilselciliğimizin bir parçasıdır bu çabalar. Aynı olma çabası var insan evladında. Modaya uyma, son trend ne ise onu takip etme, tertemiz görünme.
Bazı kreşlerde çocuklar ailelerine teslim edilmeden önce yeni kıyafet giydirilir mesela.
Çocuklarınıza iyi baktık, tertemiz teslim ediyoruz onları demek için. Gün içindeki o güzel hatıralar hep o gün içinde giyilen kıyafetlerde gizlidir halbuki.
İlkokulda şiir okuyacaktım. Gösteriye çıkmadan önce düşüp beyaz çorabımda kocaman bir delik açıldı diye okumama izin vermemişti öğretmenim. Neden olmasın ki?
Daha güzel olmaz mıydı o kocaman lekeli delikle şiir okumak? Olurdu bence.
Bir toplantıya girdiğimizde üzerimizde leke olmamasına dikkat ederiz. Ağırlığımız azalır aksi takdirde.
Çünkü düşüncelerimizin, söyleyeceğimiz sözün ötesine geçer kendimizi dışsal olarak gösterme halleri.
Ona daha çok bakılır ve birtakım yargılarda bulunulur. Saygı duyulmayı en çok giydiklerimiz belirler çoğu zaman.
O yüzden devam edeceğim beyaz pantolonumla yere oturmaya. Leke korkusu engel olmamalı insanın oturduğu yerin parçası olmasına.
Koltuğa oturmaktan daha çok hisseder insan içinde olduğu mekânı. Oranın doğal bir parçası olur çünkü.
Lekeler istenmeyen şeylerdir. Anında yok edilmek, silinmek yok edilmek istenen şekillerdir.
Ve bu şekiller güzeldir.