Savaşın Sosyal Medyaya Hapsettiği Kuşak
“Kıbrıs’ta herkes birbirini tanır” klişesini hayatınızda bir kez olsun duymuş veya kullanmışsınızdır.
Ancak, bu cümle zamanla anlam kaymasına uğramış ve artık sadece bir tanışıklık durumu değil derin bir toplumsal baskının ve kolektif travmanın göstergesi haline gelmiştir.
Geçmişte, toplumun kolektif bir şekilde yaşaması doğal bir süreç olarak gelişmişken, bugün bu durum Kıbrıs’ta bireyselleşme ile tepkimeye girerek adeta toplumsal bir “gözetleme” kültürüne dönüşmüştür.
Geçmişe Sıkı Sıkı Tutunmak
Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, bu toplumsal dönüşüm sürecine ayak uyduramayan nesil, özellikle 60’lar ve 70’ler kuşağıdır.
Bu kuşak, sosyal medyada bir yanda kolektif hafızalarında yer eden toplumsal birlik ve beraberlik gibi değerlere sıkı sıkıya tutunmaya çalışırken, diğer yandan bu değerlerin çoktan kaybolmuş olduğunun içten içe farkındadır.
“Kolektif yaşam” çoktan “gözetleme” kültürüne dönüşmüş ve bireyler yaşamlarını sürekli bir onay ve uyum mekanizmasına mahkûm etmiştir.
Bireysellik ile hayatlarının ortasında tanışan kuşağın afallaması oldukça mantıklıdır. Özgürce davranmak, toplumdan ayrışmak ve kendi değerlerini inşa etmek başlangıçta “ayıp” görülebilir.
Ancak zamanın gerekliliklerinden kaçmak, bir adada yaşamakla birleştiğinde, bireylerin kendi değerlerini “görünürlük ve uyumluluk” üzerinden belirlemeye çalışmasına yol açar.
Görünür olma çabası, tüketim kültürünü de beraberinde getirir. İnsanlar yalnızca kendilerini göstermekle kalmaz, aynı zamanda “değerli ve uyumlu” olabilmek için sürekli bir gösteriş yapma yarışına girer.
Bu gösteriş, lüks tüketime, prestijli araçlara, hatta ihtişamlı olması oranında absürt olan “bebeğim ilk aggusunu dedi” kutlamalarına kadar uzanır.
Savaşın Sosyal Medyaya Hapsettiği Kuşak: 60’ların ve 70’lerin Çocukları – 2 Savaş ve Değişen Dinamikler
Tüm bu toplumsal yapının altında, adanın tarihsel ve kolektif travmalarıyla karşı karşıya kalan bir kuşak yatmaktadır.
Kıbrıs’ın bölünmüşlük ve savaş sonrası değişen toplumsal dinamikleri, 70’ler ve 80’ler kuşağının kültürel hafızasında derin izler bırakmış ve geçmiş ile gelecek, kolektif yaşam ile bireysellik arasındaki sıkışmışlık bu kuşağın üzerinde ağır bir yük oluşturmuştur.
Her birey hem kendi kimliğini hem de toplumsal kimliğini sürekli olarak müzakere eder.
Sosyal medyada olma isteği kolektivizmi sürdürürken, kurdukları sistemin içine girdiklerinde artık tanıyamadıkları ‘yarı bireysel tanıdıklar, birbirinin hayatına müdahale etmekten, birbirini yargılamaktan ve gözetlemekten başka bir şey yapmamaktadırlar.
Sonuç olarak, bu kuşağın kolektivizmi mi yoksa bireyselliği mi seçeceği hakkında bir yorumda bulunmayacağım.
Çünkü hayatım boyunca büyüklerimizin yad ettiği veya vaat ettiği gibi ne ulusal bir birlik ne de beraberlik gördüm.
Ancak, kolektif travmanın sosyal ve bireysel kimlikler üzerindeki etkisi hakkında düşünmek ya da okumak, umarım içinizde bir ferahlık ve küçük bir yüzleşme yaratmıştır.
Afiyetle kalın.