InstagramKöşe Yazarlarımız

Baro’da Neler Oluyor?






Geçtiğimiz hafta Özgür Gazete’nin manşetten aktardığı haberi hatırlıyor musunuz?

Haberde “DP, Barolar Birliği’nin geçtiğimiz temmuz ayında üyelerin yüzde 80’ine yakınından oy alarak geçirdiği ‘Yüksek Adliye Kurulu Temsilinde Uygulanacak Usul ve Esaslar’ hakkındaki tüzüğünün Anayasa’ya aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle iptal istemiyle dava açtı” deniliyordu.

Haberin devamında odaklanılan konu ise DP’nin davayı geri çekip çekmediğine ilişkin muğlaklıktı. Bunun 19 Aralık tarihli celsede netleşmesi bekleniyor…

DP ilerici insanlar nezdinde pek de meşru bir parti değil. Partinin yapısı, vekilleri, başkanı, aklımıza gelebilecek hiçbir figürüne dair olumlu bir cümle kuramayız.

Bu durumda söz konusu davada Barolar Birliği yönetiminin haklı olduğunu düşünmemiz, içeriği bilmeden davada taraf olmamız beklenir. Gelin biz hemen sürüye katılmak yerine, köşemizin ismine yakışanı yapalım, akıntının tersine kulaç atalım!

***

Öncelikle hukuk ile az çok haşır neşir olan herkesin şaşırdığı bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.

Habere göre 12 Aralık’taki celsede, DP’nin davasını geri çektiği iddiasını ortaya koyan kendi avukatı değil Barolar Birliği Başkanı sıfatıyla mahkemeye hitap eden Hasan Esendağlı’dır.

Şöyle düşünün, birisine dava açıyorsunuz sonra o kişi müdafaasını yapmak yerine sizin davanızı geri çektiğinizi iddia ediyor.

Mahkeme “Geri çekilen bir dava varsa geri çeksinler, mahkeme de ne yapacağına karar verir. Siz bunun üzerine değil mahkemenin verdiği talimatlar üzerine düşünmeniz gerekir. Siz geçen celse ‘yurt dışına gideceğim’ diyerek zaman istediniz. Ama bugün geliyorsunuz yine müdafaanız yok ve dava geri çekildi diyorsunuz” diyerek, bu duruma işaret ediyor.

Ama haberin devamında da görebileceğimiz gibi, Baro Başkanı mahkemenin uyarısına rağmen kendi yükümlülüklerine dair değil karşı tarafın iç meselelerine dair konuşmaya devam ediyor.

Bu başlı başına merak yaratan bir tutum. Söz konusu Tüzük nedir? Nasıl ve neden hazırlanmıştır? Barolar Birliği’ni idare edenler bu Tüzüğün mahkeme tarafından Anayasa’ya uygunluğunun tartışılmasından çekiniyor mu?

Çekinmiyorlarsa, mahkemenin talimatlarını –karşı taraf adına konuşup tüm usul berhava edilecek kadar– nasıl kulak arkası edebiliyorlar?

***

Söz konusu tüzük, isminden de anlaşılabileceği gibi Yüksek Adliye Kurulu’nda Barolar Birliği temsilcisinin nasıl hareket edeceğini düzenleme hedefinde.

Bu temsilci, Birliğin tüm üyelerinin katıldığı genel kurulunda doğrudan üyeler tarafından seçiliyor.

Bu durumda Baro Konseyi’ne veya başkana karşı değil, üyelere yani kendisini seçenlere karşı sorumlu olması beklenir.

Anlaşılan o ki Baro Konseyi, doğrudan üyeler tarafından seçilecek temsilcinin Yüksek Adliye Kurulu’nda, kendi kanaat ve vicdanına göre değil, Konsey’in tercihlerine göre hareket etmesini istiyor.

Bu amaçla da bugün Anayasa’ya aykırı olup olmadığı tartışılan Tüzüğü hazırlıyor.

Şunu belirtelim, tüm seçilmişlerin genel kurullar dışında da geri çağırma hakkı dahil, üye tarafından denetlenmesi demokrasinin gereğidir. Keşke söz konusu tüzükle yapılmaya çalışılan bu olsaydı.

Bu tüzük ise genel kurulda seçilmeleri bakımından hiçbir farklı durumu olmayan bir organın, başka bir organa üstünlük kurması gibi demokrasinin bir diğer prensibine -güçler ayrılığına- gölge düşüren bir ruha sahip görünüyor. En azından böyle düşünenler var ve zaten davanın nedeni de bu!

***

İşte bu konularda her ikisi de Genel Kurul tarafından seçilen Konsey ve Temsilci anlaşamayınca, Konsey bir Tüzük hazırlamış ve “Tüzük Kurultayı” düzenlenmiş.

Hani şu “üyenin yüzde 80’ine yakınından oy alarak” tamamlanan kurultaydan bahsediyoruz.

Anlaşılan o ki, Kurultay sorunları çözmek yerine daha da şiddetlendirmiş.

Konunun tarafı olan ve tartışmalı Tüzüğü hazırlayan Konsey üyelerinin Divan’a oturarak Kurultayı yönettiğini, Baro Başkanı’nın aynı zamanda Divan Başkanı olduğunu söylesem, neden bir uzlaşma çıkmadığı konusunda belki fikir vermiş olurum. Genel seçimlerde, YSK konumunda UBP MYK’sının olduğunu düşünün!

Aynı Kurultay’da, meselenin tarafı olmayan bazı kıdemli avukatların Anayasa’ya aykırılıkları düzeltmek için konuyu bekletme önerileri Divan/Konsey tarafından kabul edilmiyor.

Meseleye muhalif olan avukatların gizli oylama talebi, Divan/Konsey’in “yeterli hazırlığımız yok” gerekçesiyle hayata geçirilmiyor.

“Bir ara verelim hazırlık yapalım” önerileri Divan/Konsey’den kabul görmüyor. Ve açık oylamada lehte ve aleyhte oylar sayılmazken çekimser ise hiç sorulmuyor!

Divan/Konsey, sonuca ilişkin ezici bir çoğunlukla Tüzük kabul edilmiştir açıklaması ile yetiniyor. Tam bir demokrasi şöleni!

Bu şölenin en çarpıcı cümlesi ise Anayasaya aykırılık iddialarına, “Zaten Anayasa Mahkemesi’ne kimlerin gidebileceği bellidir” diyen Baro ve Divan Başkanlığını şahsında birleştiren Hasan Esendağlı tarafından kuruluyor.

Yani ‘Anayasa’ya aykırı değildir’ değil, zaten mahkemeye gidemezsiniz!

Mahkemeye başvurabilecek olanlar sadece Meclis’te temsil edilen siyasi partiler olduğu için, DP burada devreye giriyor. Muhalif avukatların, kullanmak zorunda kaldıkları bir araç, denize düşenin sarılmak zorunda bırakıldığı yılan olarak!

***

İşte böyle! Gönül isterdi ki, yapılacak bir Tüzüğün Anayasa’ya uygun olup olmadığını hukukçular kendi içlerinde çözebilsinler.

Ancak bunun için demokrasiyi içselleştirmiş yöneticilerin, özgür tartışma ortamının ve uzlaşma kültürünün varlığı elzem…

Son 20 yılda acı tecrübe ile öğrenmiş olmamız gerektiği gibi, demokrasi dışı tutumlar ise hep “onlardan” değil zaman zaman “bizimkiler”den de gelebiliyor.

Özellikle sorgusuz sualsiz desteklenen, el üstünde tutulan, eleştirilmemeye alışan yöneticiler hangi siyasi görüşten olurlarsa olsunlar iktidar zehirlenmesi yaşayabiliyorlar.

Son olarak denilebilir ki “mevcut Temsilci sağcı, Konsey’de ise solcular çoğunlukta.” Böyle düşünenlere cevabım, bu durumun tam tersine dönebilme ihtimalini de düşünmeleri yönünde olurdu.

Çünkü Genel Kurul’da farklı organların doğrudan üye tarafından seçilmesinin yaratacağı dengeden, bugün bize avantaj sağlayacak diye vazgeçtiğimizde; demokrasiden vazgeçmiş oluruz.

Bu son 20 yılda “bizden” dediğimiz kaç kişinin, kaç örgütün bizi şaşırttığını hesaba kattığımızda, kolaya kaçıp ‘bizimkilerin saflarına koşmak’ yerine, konulara kafa yorarak taraf olmak daha işlevsel gibi duyuluyor.

“Dixi et salvavi animam meam / Söyledim ve ruhumu kurtardım”









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu