Bayrakla Örtelim, Kara Paranın Tozu Kalmasın

Kıbrıs’ın kuzeyinde, yıllardır içinden çıkılamayan bir tanınma krizinin gölgesinde, başka bir “tanıma biçimi” gelişiyor.
Uluslararası hukuk nezdinde bir devlet olarak tanınmayan KKTC, para söz konusu olduğunda küresel mafya ağları, hatta devletler tarafından gayet iyi tanınıyor. Üstelik bu tanıma; diplomasi, halklar arası dayanışma ya da ekonomik kalkınma yoluyla değil, kara para, sanal bahis ve kirli servet akışları üzerinden gerçekleşiyor.
Ayşemden Akın ve Emine Yüksel’in araştırmaları, bu yapının ne denli derinleştiğini gözler önüne seriyor.
Artık konuşmamız gereken şey yalnızca yasa dışı bahis değil; şirketleşmiş suç, küresel ölçekte organize edilmiş bir görmezden gelme hali ve bu düzenle kurulan sessiz ortaklık. Yani devlet, şirket ve mafya üçgeninin tam ortasında, yurttaşın gözünün içine baka baka sergilenen bir “gizli normalleşme”
Bu uluslararası ağ, Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinin; Türkiye’nin jeopolitik kozu olmaktan çıkıp suç örgütlerinin ve devletlerin küresel operasyonlarını kolaylaştıran bir kalkan hâline geldiğini haykırıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyi, hukuki belirsizliğin gölgesinde, yasa dışı bahis, uyuşturucu ticareti ve kara para aklamanın küresel merkezlerinden biri hâline geldi.
Kimimiz KKTC’nin tanınması çabalarına, kimimiz ise barış müzakerelerine “boş uğraş” diyoruz, ama öyle görülüyor ki bu tanım meseleyi hayli hafifletiyor. Bu bir boş uğraş değil, bile isteye yapılan bir geri çekilme.
Devlet, yıllardır adım adım hukuk alanından çekildi, denetimden vazgeçti, düzen kurma sorumluluğunu bıraktı.
Bu bir boşluk değildi; bilerek açılmış bir alandı. Çünkü o boşluğu kimlerin dolduracağı en başından belliydi:
Paranın gücünü elinde tutanlar, yani yasa dışı zenginleşmenin aktörleri.
Devlet geri çekildikçe, parası olan ön plana çıktı. Mafya sermayesi, yasa dışı bahis paraları, kripto transferleri ve kara para…
Denetimsizlik, zenginleşmenin aracı oldu. Yani mesele şu: Bu sistem tesadüfen böyle olmadı. Birileri devleti işlevsizleştirirken, kimilerinin amacı kendi sermaye düzenini kurmak, kimileri ise gri bir bölge oluşturarak siyasi kozlar elde etmeyi amaçladı.
Daha ne istesinler ki? Bu bölgede şirketler hem KKTC hukukuna göre kuruluyor hem de Türkiye ve Avrupa merkezli ofislerle bağlantılı.
El birliğiyle öyle bir düzen kuruldu ki; yasal yükümlülüklerin üzerinde kolayca atlanabilen, uluslararası denetime kapalı, finansal raporlamaların kolayca manipüle edilebildiği, bilgilerin rahatlıkla gizlenebildiği bir yapı ortaya çıktı.
Paranın izi sürüldüğünde ortaya çıkan manzara ise şu: Off-shore sistemleriyle, yerel ve uluslararası siyasetçilerle, yargıçlarla, polisle ve medya sahipliğiyle iç içe geçmiş bir çıkar ağı… Ve tüm bunların birleştiği yer, uluslararası sistemin yasal boşluklarında serpilen bir “gri bölge kapitalizmi”
Bu yapının üstünü örten şey de tanıdık: her gün 3 öğün alamasak eksik hissedeceğimiz “Vatan-millet” naraları. En ufak eleştiride “bayrağa uzanma”, “devleti yıkmaya çalışma” gibi hamasi söylemler devreye sokuluyor.
Aslında yapılan şey çok net: Siyaset ile suçun kol kola yürüdüğü bu düzende halkın dikkatini manipüle etmek, ulusal duyarlılıklarla yolsuzluğu örtbas etmek.
Oysa gerçek vatanseverlik, halkın cebinden çalınan her kuruşa itiraz etmektir. Ülkenin uluslararası suç ağlarının oyun alanına dönüştürülmesine hayır diyebilmektir.
Çalmak sadece fiziksel bir nesneyi ele geçirmek değildir. Bir halkın geleceğini karartmak, onun potansiyelini gasp etmek de en az o kadar ağır bir hırsızlıktır.
Kıbrıs’ın kuzeyi gibi turizmin, tarımın, küçük ölçekli üretimin can damarı olabilecek bir coğrafyada, tüm kaynakların kumarhanelere, lüks otellere ve şüpheli yatırımlara akıtılması, halkın elinden alınan bir fırsattır.
Bu toprakların gerçek zenginliği, zeytininden narenciyesine, tarihi dokusundan denizine kadar uzanan bir değerler bütünüdür.
Ancak bu potansiyel yerine, kısa vadeli kâr hırsıyla hareket eden bir sistem, bütün sermayeyi yalnızca “kara para”nın döndüğü sektörlere kilitlemiştir. Yerel esnafın, çiftçinin, emekçinin ayakta kalma mücadelesi görmezden gelinirken, bir avuç insanın ceplerini dolduran bu düzen kolektif bir yağmadan farksızdır.
Yeni bir sömürge biçimi olarak bakıldığında bu tabloyu yalnızca “yolsuzluk” ya da “mafya devlete sızdı” gibi yüzeysel başlıklarla açıklamak yetersiz olabilir. Karşımızda olan şey, ulus-devletin kapitalizm karşısında nasıl çözülmeye başladığını gösteren bir vakadır.
Neokolonyalizm artık doğrudan toprak işgal etmiyor; finansal sistemleri, hukuk boşluklarını ve medya denetimini kullanıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bu yeni sömürgeciliğin tüm bileşenleri mevcut: Tanınmayan ama tüketilen bir devlet, işlevsizleştirilmiş kamu kurumları, mafyalaşmış sermaye ve susturulmaya çalışılan bir toplum.
Falyalı’nın yalnızca bir yeraltı figürü değil, aynı zamanda resmî diplomatik ilişkilerin gölgesinde şekillenmiş bir “iş insanı” olması en çarpıcı nokta.
Türkiye’nin eski KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim’in, Dışişleri Bakan Yardımcılığı döneminde Falyalı’nın şirketinde hissedar olması; ardından Kıbrıs’a büyükelçi olarak atanması, yalnızca suçla değil, devletle de ortaklık kurulduğunu gösteriyor.
Bu, klasik devlet-mafya ilişkilerinin çok ötesinde; burada mafya, dış politikanın bir enstrümanı hâline gelmiş durumda.
Türkiye, bir yandan dünya kamuoyuna “KKTC’yi tanıyın” çağrısı yaparken, diğer yandan bu yapının uluslararası suç ağlarıyla kurduğu iş birliğini sürdürmeye çalışıyor.
Bu, Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik bilinçli olarak uyguladığı ne ilk ne de son çifte standart. Falyalı’nın eski finansçısı Cemil Önal’ın itirafları doğrultusunda ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin Kıbrıs’ın hem çözümsüzlüğünden hem de olası çözümünden aynı anda faydalanmaya çalıştığını gösteriyor.
Bu politika, Türkiye için uluslararası alanda giderek daha büyük bir tehdit unsuru haline geleceğe benziyor.
Bu çıkarcı stratejinin kısa vadeli getirileri olsa da uzun vadede Türkiye’yi kırılgan ve manipülasyona açık bir aktöre dönüştürüyor.
Hali hazırda, Amerika ve İsrail’in elinde kasetler olduğu söyleniyor. KKTC’nin şu anki durumu, siyasi bir hamle, koz ya da çıkar sağlamak için adeta bir arşiv dosyası gibi kullanılıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyi artık yalnızca bir “var olma mücadelesi” değil; aynı zamanda küresel suç ağlarının ve uluslararası siyasetin manipülasyonlarına açık bir laboratuvar hâline gelmiş durumda.
Herkes burada bir şey deniyor: Mafya nasıl kök salar? Hukuk nasıl susturulur? Halk nasıl sessiz kalır?
Ve işin en acı tarafı şu: Bütün bu deneylerin kobayı, bu topraklarda yaşayan insanlar. Gençlerin umudu, çiftçinin emeği, esnafın direnci…
Afiyetle kalın.