Türkiye Güçlü Bir Devlet Mi?

Türkiye’nin, uluslararası hukuku ve altına imza koyduğu antlaşmaları hiçe sayarak “güçlünün hukuku” anlayışına dayanarak ortaya attığı “Kıbrıs’ta iki ayrı eşit egemen devlet” siyaseti çökmeye mahkumdur.
Kıbrıs’ı geriye almayı hedefleyen Türkiye, 1950’li yıllarda bu amaçla hazırladığı “Kıbrıs İstirdat Planı”ndan vazgeçtiğini resmi olarak hala açıklamamıştır.
Aksine kendi iç politikasında kamuoyuna yönelik olarak, yapılan propaganda ile “aldık, bizimdir” anlayışı hemen hemen tüm kesimler tarafından dile getirilmektedir.
Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik izlenen “asimilasyon ve entegrasyon” siyasetinin altında yatan temel anlayışın da bu olduğu görülmektedir.
“Bizde ne varsa sizde de olacak” söylemine uygun hareket eden Erdoğan–AKP İktidarı, 1974’ten beri devam eden uluslararası hukuk dışındaki uygulamalarına hız vermiştir.
“Dünya devleti olacağız, Türkiye yüzyılı” gibi büyük laflarla yola çıkan Erdoğan–AKP İktidarı “güçlünün hukukunu” Kıbrıs’ta uygulamak için deneme yapmaktadır.
Güçlünün hukukunu uygulayan ABD, Rusya, İsrail gibi devletlerin ekonomik, siyasal ve askeri gücü elinde tuttukları veya güçlü olanla çıkar ilişkileri üzerinden ciddi ittifaklar yaptıkları görülmektedir.
Sırtını dünyayı yöneten küresel güçlere dayayıp, uluslararası hukuku rafa kaldırarak, güçlü olanın istediğini yapması olarak tanımlayacağımız “güçlünün hukuku” Türkiye için geçerli değildir.
700 milyar dolara varan dış borcu, ithalata dayalı ekonomisi, enerjide ve teknolojide dışa bağımlılığı ve hepsinden önemlisi siyasetin hukukun önünde olduğu, istikrarsız bir yatırım ülkesi olan Türkiye’de güçlü bir ekonomiden söz etmek mümkün değildir.
NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olan Türkiye, bu alanda da büyük oranda dışa bağımlıdır. Erdoğan–AKP iktidarının oy uğruna vatandaşını aldatmaya dönük savunma sanayi reklamları gerçeği yansıtmamaktadır.
Orduların büyüklüğü geçmişte asker sayısı ile ölçülmesine rağmen günümüz dünyasında artık teknolojiyi kullanması ile ölçülmektedir. Türkiye, askeri olarak küresel bir güç değil, bölgesel bir güçtür.
Türkiye’nin dış siyasette de istikrarsız bir yol izlemesi en yakın olduğu ülkelerle bile arasında “güvensizlik” sorunu yaşamasına neden olmaktadır.
Kendini Osmanlı’nın devamı olarak görerek “baskın bir abilik siyaseti” yürütmesi, Arap ve Türki devletlerle oluşturduğu ilişkilerde sorunlar yaratmaktadır.
Halifelik ve sunilik üzerinden yaptığı siyasette ise Mısır ve Suudi Arabistan ile karşı karşıya gelmektedir.
Kendisinin de kurucusu olduğu, Orta Asya Türk Devletler Topluluğu’nda karşılıklı iş birliğine dayalı ekonomik adımlar atılamamasının, siyaseten ortak kararlar alıp dünyada söz sahibi olunamamasının altında yatan temel neden de bu çarpık ilişki şeklidir.
1999 yılında, Avrupa Birliği’ne tam üyelik için “aday üyelik” statüsü verilen Türkiye, insan hakları ihlalleri, hukuk tanımama, demokrasiye saygı duymama ve uluslararası hukuku hiçe sayma nedenleri ile bu fırsatı geri tepmiştir.
Türkiye, lobi çalışmaları için büyük paralar harcamaktadır. Özellikle ABD’de büyük binalar alarak yatırımlar yapmakta, çeşitli dünya ülkelerine yardımlar yaparak ilişkileri geliştirmeye çalışmaktadır.
Tüm bu faaliyetlere rağmen, küresel güçlere hizmet eden bölgesel bir güç olmaktan öte gidememektedir. Türkiye küresel güçlerin çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde uluslararası destek bulmaktadır.
Bu gerçekler ortada dururken, Türkiye’nin Kıbrıs’ta güce dayalı yeni bir hukuk oluşturması mümkün değildir. Kaldı ki, Türkiye’nin 1964 yılından beri tanıdığı, Kıbrıslı Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin izlediği “gücü güçle dengeleme politikası” dayatılan uluslararası hukuk dışı uygulamaları bir bir çürütmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler’in adada tanıdığı tek devlettir ve bu BM’nin aldığı 541 ve 550 sayılı kararlarla tekrardan teyit edilmiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye’nin de onayı ile Avrupa Birliği’nin tam üyesi olmuştur. 2023 ‘te Atina’da yapılan AB zirvesinde, Türkiye adanın bütününün AB toprağı olduğunu kabul etmiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti ABD, Fransa, İngiltere, Yunanistan ve İsrail ile savunma iş birliği antlaşmaları yapmıştır.
Bununla birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti adına Kıbrıslı Rumlar, çok başarılı bir diplomasi ve lobi çalışması yürütmektedirler.
Gelişmeler değerlendirildiğinde, Orta Asya Türk Devletleri’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili izledikleri siyaset, Kıbrıs’ın karasularında petrol ve doğal gaz arama süreci, Türkiye’nin işgale dayalı adanın kuzeyinde oluşturduğu mülkiyet rejimi ile ilgili yaşananlar, karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık sorunları ve önümüzdeki yıl başında Kıbrıs’ın Schengen bölgesine girmesinin yaratacağı ciddi sorunlar, Türkiye’nin dayattığı “güçlünün hukuku” siyasetinin işlemediğini göstermektedir.
Güçlünün hukuku siyasetinin yarattığı statükodan en çok, Türkiye tarafından siyasi rehine olarak kullanılan Kıbrıslı Türkler etkilenmektedir.
Siyasi iradesi Türkiye tarafından gasp edilip, azınlık duruma düşürülen, kimliği, kültürü ve toplumsal varlığı tehlike altında olan, Kıbrıs Türk toplumu Türkiye’nin izlediği yanlış siyaset yüzünden topraksız, kimliksiz ve devletsiz kalma ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Bu kıskaçtan kurtulmak, 1960’ta kazandığımız toplumsal haklarımızı üzerine inşa edeceğimiz ve tüm Kıbrıslıların temel insan haklarını esas alan bir çözüm sürecini Türkiye’ye rağmen ileriye taşıyarak mümkün olacaktır.