Sen niye barış istiyorsun, Türkiyeli değil misin?
Barış kavramı belki de hiç uğramadığı kadar erozyona uğradı,
Hiç yapılmadığı kadar aşırı milliyetçilik sosuna batırılmış bir manipülasyona bulaştırıldı bu dönem.
Öyle ki, ‘barış’ı istemenin ırkı, dili, milliyeti ya da rengi varmışcasına,
hesap sorulur hale bile geldi.
Örneğin; Kıbrıs’ta federal bir çözümden yana olan ve birilerinin tabiriyle ‘Kıbrıslı olmayanlar’ nasıl olur da adada barış isteyebilirdi?
Bu duruma en çok muhatap olanlardan biri olarak yazıyorum bu yazıyı.
‘Senin annen baban Türkiye’den gelmedi mi? Sen neden barış istiyorsun ki?’ soruları soruluyor bana da.
Daha doğrusu soru değil bunlar, bir nevi hesap soruyor, yargılıyor ve aşağılıyorlar kendilerince.
Yani diyor ki; Sanane buradaki barıştan.
Yani diyor ki; Sen buranın dışındasın.
Hem barış istemediğini söylüyor,
Hem de buna yakışır şekilde beni ülkenin dışında tutarak kavga ediyor.
Ardından da şunlar geliyor elbette; Annan Planı’nda dahi 50 bin Türkiye kökenlinin adada kalmasına izin verildi. Bir barış olursa seni de gönderecekler. Nasıl olur da bunu desteklersin?
Ama bunun kadar masum(!) da kalmıyor bu konuşmalar her zaman,
Genelde ardından hakaret ve aşağılama da geliyor;
‘Sen vatan haini misin? Kan döktük biz bu topraklara. Rumlara o kadar meraklıysan orada yaşa. Biz Türküz. Sen ise türklüğünü ve nereden geldiğini unutmuşsun’
İnanın, ben daha hafif tabirlerle yazıyorum,
Bu kadar nazik(!) de olmuyorlar genelde.
Şimdi gelelim ben ya da benim gibilerin neden barış istediğine;
Acaba deli miyiz biz?
Adamlar bizi TC kökenli olduğumuz için istemiyor da biz niye illa barış istiyoruz?
Bize ne ki acaba?
Öncelikle ‘barış’ın kimsenin tekelinde ya da sadece kendi yaşadığı coğrafyaya ait kısıtlı bir kavram olmadığını, benim ve benim gibilerin de bunu böyle gördüğünü söylemek gerekiyor.
‘En kötü barış, en haklı savaştan iyidir’i benimsemiş her insan, sadece kendi coğrafyasında değil, tüm dünyada barışı arzular.
Yani bunları söyleyen insanlar örneğin; her ne kadar milliyetçi duygular ve taraflı bir tutumla da olsa, İsrail-Filistin arasında kalıcı bir barış olmasını, insanların ölmemesini arzuluyor.
Üstelik ne İsrailli ne de Filistinli olmadan.
Hatta haritada yerini dahi gösteremez durumdayken.
Şimdi de ben veya biz kimiz, ona gelelim;
Kendi özelimde söyleyecek olursam, açıkcası bir yerden gelmedim,
Hep buradaydım zaten.
Zira yetişkin yaşlarda kendi tercihiyle Kıbrıs’a yerleşmiş biri değilim.
Çok küçük yaşlarda adaya gelmiş ve burada büyümüş biriyim.
Türkiye’yi de 25 yaşında gittim, gördüm.
Tabi çocukken büyüdüğün yerli olarak büyüyorsun,
Sonra öğretmeye başlıyorlar; ‘Sen buralı değilsin ha!’
Aa nasıl yani? Nereliyim ki ben?
Sonra herkes kafasına göre nereli olduğunu söylüyor sana.
Tabi senin ne hissettiğinin de pek bir önemi yok hani.
Velhasıl, çok uzatmayayım;
Ben bu topraklarda,
Özgür düşünen bir birey olarak büyüdüm.
Babam solcuydu.
Ahmet Kaya’yı da ondan öğrendim,
Sol yumruğumu havaya kaldırmayı da.
Sonrasında da okudum, araştırdım, dinledim…
Öğrendiklerimi vicdanımla bütünleştirdim.
Böylelikle düşüncelerim peydah oldu…
O düşünceler ki; bana ‘Barış’ diye haykırdı, hem burada hem tüm dünyada.
Barış olursa Kıbrıs Cumhuriyeti bana kimlik vermeyecekmiş.
Vermesin.
O kimlik midir beni Kıbrıslı yapacak olan?
O pasaport mudur benim zincirlerimi kıracak?
Koca bir coğrafyaya gelecek olan bir barışı,
Kendi kimlik kartıma mı indirgeyeceğim?
Hem de barış dolu toprakların keyfini çıkarmak,
Türk-Rum melodileri eşliğinde rakıyı/zivaniyayı yudumlamak varken?
Üstelik ben Rumca konuşulan bir evde büyüdüm.
Çat-pat konuşurum, güleriz de biraz ha?
Karadeniz’de Pontuslu Rumlarla yaşamış ailem yüzyıllarca…
Köylerinin adı bile hala Rumcadır.
Türkçeyi kendi aralarında konuşmazlar bile hala bugün.
Bizim ev de böyleydi işte…
Her dil bizimdi…
Yani demem o ki;
Barış senin kişisel kurtuluşun ya da çıkarında değildir dostum,
Barış senin kalbindedir
Ve oradan her yere yayılır…
Barış kokusunu içimize çekeceğimiz o güzel günlere…