Başarı Nedir?
Birkaç gündür Facebook sayfamda “sahte kimlik ve başarı” üzerine kısa fikir serpiştirmeleri yapıyorum.
Bir önceki makalemde de bir başka açıdan bu güncel konuya odaklanmıştım. Şu son zamanlarda ortaya çıkan ama aslında her zaman değişik katmanlarda ve etkilerde yaşanılan –yalan üzerine kurulan– kimlikler meselesinin gerektiği gibi tartışılmadığına inanıyorum.
Bildik ahlakçı tepkiler ve adi ya da planlanmış suça yönelik lanetleme yarışı biraz de kendimizi aklama seremonisine dönüşüyor…
Aslında toplumun “amaç” ve “başarı” anlayışının ne olduğuna bakmak lazım. Hedef kendi kapasitenin üzerinde bir statü elde etmek ise oraya varmanın her yolunu denemek de marifetten sayılacak tabiatıyla.
Hak etmediği kariyer için gözü kararan insanların hadlerini aşması oyunun bir parçasına dönüşüyor.
Başarı nedir, ölçüsü nedir, neye göre, kime göre başarı?
Tekil hikâyelerden yola çıkarak başarı tanımlaması yapmak zaten kendi başına bir mesele. Amaç ortaklığı ve kolektif davranma durumlarındaki hedefe ulaşmayı bir başarı örneği sayabiliriz belki.
Kimse kendi başına kendinden bir değer değil…
Bu da bize neoliberal birey anlayışının sunduğu bir başarı rol modelidir işte. Bireysel yetenekler kitlesel desteklerden esirgendiği zaman beniçinci ve benmerkezci bireyci girişimler ortaya çıkıyor.
Başarı yerine “gerçekleşme” kavramını kullanmak daha yerinde gibi. “Başarı” daha fazla yarışmacı bir anlayışın mottosu gibi duruyor.
Latin düşünürlerin dediği gibi “veni verum” “kendini gerçekleştirme” daha ontolojik bir kavramdır.
Başarı antagonistik bir anlam içerir; Yunan tragedyasından bize kalan miras…
Tekilliği olumsuzlamıyorum sanatçı kimliği de tekil bir kimliktir ancak olumlanması için entelektüel bir consorsium ortamına ihtiyaç vardır.
Birinin kendi kendini sanatçı ilan etmesi tuhaf kaçar herhalde. Önemli olan bu tekilliği olumlayan ve besleyen kolektif bilinçtir. Anton S. Makarenko kolektif üretimden bahsederken “her birey kendine yeterli birey olmalıdır” diyordu, yoksa basiretsiz ve niteliksizlerin bir araya gelmesi kolektif olma durumu yaratmaz.
Kişinin benmerkezci amaçlarını gerçekleştirmesi de başarı sayılmaz. Önemli olan amaçlara ulaşılırken kişinin kendini ne kadar gerçekleştirip gerçekleştirmediğidir.
Olaylara daha derin analitik yaklaşımlarda bulunmak için eleştirel düşünce kapasitesine sahip olmak lazım. Bilmek ve düşünme eylemlerimiz sırf anlık tepkilerle değil fikir girişimciliği gibi entelektüel yargılarla desteklenmeli.
Bugün siyaset kurumunun ve aynı zamanda eğitim kurumlarının da bu yoksunluk üzerinden kurgulanması toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engeldir.
“Eleştirel Düşünce” dersi liselerden başlayarak yükseköğrenimde de zorunlu olmalı. Felsefi kuramlar öğrenilmeden hiç bir alanda yetkin olunamaz.
Yani diyeceğim odur ki bırakın sahte diplomaları, doktora yapanların tezleri bile çoğunluk tezden bile sayılmıyor.
Kuralları yerine getirerek de sahte unvanlara sahip olunabilir; bu da aklımızın bir yerinde olsun…