Gelecek Kaygısı
Gelecek kaygısının ne derecede korkulu rüyamız olduğu konusunda pek emin değilim.
Bacakları arasında mayın olduğu halde yürümeye kalkışan ama korkudan aynı yerde kalmaya devam ederek yaşamını eğlenceyle sürdüren oldukça çelişkili tuhaf bir insan topluluğuyuz.
Ne yapmamız gerektiği ne yapmamamız gerektiğinden daha yaşamsal olduğu halde ne yapmamamız gerekirse (bir şey yapar gibi) onunla avunmaya devam ediyoruz.
Kendi birey odaklı arzularımızın şekil verdiği bir yaşamın cazibesine kapılarak toplumsal eğilimlerimizi cılızlaştırırken kendi mağduriyetimizi bir şikâyetnameye dönüştürmekte de oldukça ustayız.
Bu da bir yetenek; belki de yetkin bir edebiyatın yükselmekte olduğunun farkında değilizdir.
Şairane iğnelemeler, feylozofvari aforizmalar sosyal medyada oluşturulan kısa metinlerin büyük bir çoğunluğunu oluştururken eleştirel analizler de arada kaynıyor.
Bir yandan “bittik gittik” yakınmaları diğer yandan memnuniyetin zirvesini yaşayanlar sorunların nedenlerine yanlış tanı koyduklarının bile farkına varmadan ya keskin bir muhalefet ya da keskin bir taraftar tavrı sergilemekten kaçınmıyorlar.
Düşünme geleneği olmayan ve taşıdığı aklı ödünç aldığının bile farkında olmayan bir kitle hareketimiz var.
Bu hareketlenme söylem üzerinden, sadece “verba volant” niteliğinde dolaşıma girerken eylem de bir fikir aksı bulamadığından hep ertelenmek durumunda kalıyor.
Eylemlerimizin cılızlığı ve hedef odaklı olmayışı yaşadıklarımıza dair felsefi bir açılıma sahip olamayışındandır.
Bir düşünce veya analitik bir yargı ortaya çıkınca kavramların hangi çıkarımları işaret ettiği düşünülmeden sadece bir taraftarlık ya da karşıtlık hissiyle onu olumladığımız ya da yerdiğimiz bir tavır ortaya çıkıyor. Bu yalıtılmış tepkisel tavır toplumun entelektüel yetkinlik açısından ne kadar silik olduğunun bir göstergesidir.
Toplumun büyük bir çoğunluğu demagojik argümanlarla kitle tavlamaya çalışan siyasilerin söylemlerine alışmış durumda.
Siyaset figürlerini toplumsal yaşam hakkında tek söz söyleyecek makam olarak algılıyorlar. Özerk kimliklere sahip aydınların eleştirel tavırları dikkate alınmayacak kadar değersiz sayılıyor.
Peki, bunun altında yatan esas dürtü nedir?
Kabul edelim ki askercil bir yaşamın kıskacında, sancaktarların, bayraktarların yani üniformalıların emir komutasında yaşam süren bir toplumun öyle bir travmadan kurtulması kolay değil.
Bir “esas duruş” topluluğundan serbest düzen toplumuna bir anda geçmek kolay olmayacaktı. Ancak 74’den sonra teslim olduğumuz ganimet düzeni de bu konuda iyileşmemize hiç de yardımcı olmayacaktı.
Bir savaş nimeti olarak öpüp alnımıza koyduğumuz ganimetin hala bir “esas duruş” toplumu olmaya devam etmemizin en büyük nedenidir.
Bizler böyle kusurlu bir toplumuz işte, hak etmediği şeyi elde etmenin utkusu ve ezikliği arasında yaşadığı çelişkili duygular onun geleceği hakkında alacağı kararları bulanıklaştırıyor.
Artık büyük bir çoğunluğun kaybedecek çok şeyi var. Bizim gibi marjinal sayılan bireylerin varlığı ise geçiştirilecek kadar değersiz görülüyor.
Sanki gelecek kaygısı partilerin ya da diğer sözüm ona devlet gölgesinde semiren sivil toplum örgütlerinin tapusundaymış gibi…