“Bunu Bir Çocuk Da Yapar”
19. yüzyıl ortalarında fotoğraf makinesinin ortaya çıkması ile görsel sanatlarda önemli değişiklikler yaşanmaya başlanır.
Dönemin bazı sanatçıları, portrelerin çizilmesi yerine fotoğraflamasının daha hızlı ve kolay olduğunu fark eder ve yeni arayışlar ortaya çıkar.
Sanatçılar resimsel kusursuzluk arayışı yerine bu kuralları bozacak alanlar yaratmanın yolunu geliştirmeye başlarlar.
Sanat Akademileri bu yaklaşımlara direnç gösterse de olanlar olmaya başlar ve görsel sanatların seyri geri dönülmemecesine değişmeye başlar.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları buna tuz biber olur, dünya yeniden yapılanmaya sanat da bu değişikliklerden nasibini almaya başlar.
Devrim niteliğindeki bu icat, ciddi anlamda görsel sanatlarda yeni bir sayfa açar. Pek çok akım ortaya çıkar. Tabii ki her zaman ve her yerde olduğu gibi değişikliğe direnç gösteren geleneksel yapılar –özelde ise Sanat Akademileri- bu yaratıcılık arayışlarına karşı çıkar. Herşeye rağmen yaratıcı yaklaşımlar ve yorumlar çeşitlenmeye devam eder.
Çünkü sanat her zaman kendi döneminin ve coğrafyasının ruhunu yansıtır. Eserler de o gerçekliklerden ortaya çıkar ve şekillenir.
20. Yüzyılın başından itibaren sanat akımlarının çeşitliliği artar. Akademik gelenekleri yıkmaya ve yeni bir sanat dünyası yaratmaya çalışan genç, devrimci sanatçılar ortaya çıkar. Manifestolar yazılır.
Dadaizm, Ekspresyonizm, Soyut Dışavurumculuk, Minimalizm ve Arte Povera gibi akımlar sanat alanında yerini alır. Özellikle Dadaizm çok iddialı şeyler ortaya atar.
Her akım bir yandan taraftar toplar diğer yandan geleneksel eleştirmenler ve sanat tarihçileri tarafından eleştirilir. Bir başka deyişle dünya kaynarken sanat da doğal olarak bu dönüşümlerden etkilenir. Politikleşir.
Komisyon usulü portre çizimlerinin yerini daha politik işler almaya başlar. Boyanın yerini daha basit malzemeler alır. Çizgiler soyutlaşır, fırça darbeleri belirsizleşir, kullanılan materyallere farklı anlamlar yüklenir.
Sanat artık sadece estetik kaygılar üzerinden ilerlemez. Aksine, huzuru bozar, şaşırtır, öfkelendirir! Artık sanatta pasif bir izleyici kitlesi yoktur. İzleyicinin yapıtla olan etkileşimi önem kazanır.
Hatta daha da fazlası olur. İzleyiciler, sanatın ortaya koyduğu şeye ilişkin kavramları gözden geçirmeye, yeni fikirler geliştirmeye ve hatta yapıtın bir parçası haline gelmeye davet edilir. Sanatın seyri iyice değişir.
Hal böyle olunca da şu anda hala sıkça sorulan sorular sorulmaya başlanır izleyiciler tarafından ve bunlar 150 yıl önce başlar …
“Bu da sanat mı?”
“Bunu ben de yaparım”
“Bunu küçük bir çocuk da yapar”
“Görsel sanat yazı istememeli, açıklamaya ihtiyaç duymamalı”
“Görsel sanat kendini görsel olarak ifade etmeli”
“Bu işte bir teknik var, sanat var… buraya da bir sandalye yerleştirilmiş bu da sanat mı Allah aşkına?” gibi sorular sorulur.
Sadece izleyiciler değil, daha geleneksel düşünen eleştirmenler ve sanat tarihçileri de benzer yerlerden gider.
Pek çok eleştirmen sanatçıda teknik görmezse bunu sanatsal birikim, değer ve yetenek eksikliği olarak algılar. Bu tür tartışmalar günümüzde artarak devam ediyor.
Fikir içeren sanatı takdir etmek doğrudan dünyayı taklit eden sanatı takdir etmekten daha zor olabiliyor. İşte bu yüzden bu tarz bir sanat çocukların basit çabalarıyla eşdeğer tutulabiliyor ve küçümsenebiliyor. Ama bu tartışmaların bir yüzü. Bir de diğer yüzü var.
Bu işler çıkmadan önce sanat üzerine yorum yapmak çok daha kolaydı diyebiliriz. İzleyici yapıta bakardı ve eseri açık şekilde görürdü. Sanatçının tekniğinden etkilenirdi.
Bu yapı sökümünün başlaması ve felsefenin sanatla daha bir iç içe geçmesi ile birlikte işler değişir. İzleyiciler gördükleri sıradan malzemeler ve soyut işler karşısında hayrete düşer, öfkelenir, anlayamaz.
Eleştirmenler ise sanatçının cesaretini olumsuz eleştirir. Şimdi çok beğendiğimiz pek çok sanatçı önceleri yerilmiştir toplumlar ve sanat çevreleri tarafından.
Zaman-mekan ilişkisi, coğrafya, siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yapılar düşünüldüğü zaman tüm bu değişimlerin sanata yansımasının ve bu dönüşümlerin çok doğal bir süreç olduğu kabul ediliyor artık.
Aslında garip olan, bunu bu şekilde görememek bence.
Dünya bu kadar absürt bir yere doğru giderken çok absürt işlerin ortaya çıkması ve bu dilin bir ifade biçimi olması çok doğal değil mi? Nitekim günümüz sanatı bunu daha da radikal bir şekilde yapmaya devam ediyor.