InstagramKöşe Yazarlarımız

Sessizliğin Gücü






Bugünlerde gürültü daha da bir gürültülü geliyor kulağıma.
Sesler kulağımda uğulduyor.

Onları ayrıştırmak yerine hepsini birden duyup hiçbirini duyamıyorum.
Rahatsız oluyorum fazlalık gelen her sesten.

Tahammül derecem iyice azaldı.
Sadece ses değil gerçi…

Bir kuru kalabalık konuşmaları var her yerde.

İçimizi kirleten yorumlar, konuşmalar, söylentiler…

Ve tabii diğer bomba ve silah sesleri, çocukların haykırışları, insanların acılı çığlıkları var, kesilen ağaçların sessiz ağlamaları, en yakınını kaybetmiş insanların çaresiz inlemeleri var kafamın içinde…

Bunlar içeride dönerken aklıma John Cage’in 4 dakika 33 saniye isimli eseri geliverdi.

‘Yirminci Yüzyıl’ın en önemli bestecilerinden kabul edilen Cage sessizliğin önemini anlatmak için dört dakika otuz üç saniyelik bir eser yaratmış ve üç bölümden oluşan partisyonlarda orkestranın bu süre boyunca enstrümanlarını çalmamalarını istemiş.

Rene Magritte, The Listening Room

‘Sessizliğin sesi’ni dinletmek için.
1952 yılında.

Eser her ne kadar sessizlik olarak algılansa da dinleyicinin duyduğu ses aslında dışardan alınan seslermiş.

Beste, sanat ve müzik dünyasında Cage’in en tartışmalı işi haline gelmiş.

Cage, kavramsal sanatın müzikte de var olabileceğini göstermeye çalışmış belli ki.

Beste, ilk kez Woodstock New York’ta dinleyicinin karşısına çıktıktan sonra pek çok yerde “dört dakika otuz üç saniye süren sessizlik” diye tanımlansa da Cage’in esas anlatmaya çalıştığı şey “her yerde her şey müziktir”i bu kompozisyonuna uyarlamakmış aslında.

Üzerinde hiçbir çizgi veya iz olmayan boş bir kanvas gibi.

Sessizliği- bana göre- en iyi kullanan besteci geldi sonra aklıma:
Ludwig van Beethoven.

Tüm bestelerini heyecanla dinlediğim ve o uzun sessizlikler arasında kalbim çarpa çarpa müziğinin yükselmesini beklediğim biricik Beethoven’im.

Hele o davullardan sonraki çıkışlar var ya…

Rene Magritte, Art of Conversation

Düşüncelerimden kaçmak istediğimde, düşüncelerimi toparlamak istediğimde, aklımı dengeye getirmeye ya da bazen bozmaya çalıştığım vakitlerde, en üzüntülü ya da en coşkulu hallerimde başvurduğum kişidir O kendimi bildim bileli.

O’nun öldüğü gün doğmuşum ben.
149 yıl önce 26 Mart’ta.

Sessizliği bu kadar coşku ile beklememizi sağlayan, sınırlarımızı en mükemmelinden zorlayan başka bir besteci var mıdır acaba?

Kim bilir belki de vardır.
Ama herkesin yaşam içerisinde biriktirdikleri farklı.

Benim için Ludwig.
Sizler için bir başka besteci belki…

O zaman sessizliğe.









Başa dön tuşu