InstagramKöşe Yazarlarımız

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Kamu Yönetimindeki Yaşananlar






Evet, bu yaşananlar halkın endişe ve öfkesini artıran bir tablo sergiliyor.

Son dönemdeki bir olay, devlet idaresinin ne kadar sorunlu hale geldiğini gözler önüne serdi.

Çalışanı olmayan bir haftalık şahıs şirketine 72 kişinin yabancı işçi olarak getirilmesi için üç günde verilen izin, sadece bürokrasinin etkin çalışmadığını değil, aynı zamanda yönetim anlayışının da sorgulanması gerektiğini gösteriyor.

Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Tahir Serhat’ın belinde silahla Bakanlığa gittiği ve kamu görevlilerine tehdit savurduğu iddiaları, devlet makamlarının ne kadar ciddi bir sorumluluk taşıdığını unuttuğunu gösteriyor.

Kamu görevlisidir, bir kamu hizmeti vermekle yükümlüdür; ancak bu tür eylemler hem kamu vicdanında hem de toplumda güvensizlik oluşturmaktadır.

Belinde silah bulundurarak ilerleyen bir bürokratın, toplumda nasıl bir korku iklimi yaratacağını düşünmek bile ürkütücü.

Bu tür davranışlar, sadece o kişinin değil, aynı zamanda temsil ettiği kurumun da itibarını zedeler.

KKTC’deki bu gibi olaylar, adalet sistemine ve toplumun en alt tabakasındaki bireylere uygulanan hukuk anlayışını sorgulamaya iter.

Aynı hükümet ve bürokratlar, toplumu adaletle yönetmek yerine, kendi çıkarlarını her zaman ön planda tutma eğilimindedirler.

Bir insan, küçük bir suç işlediğinde derhal sert bir şekilde cezalandırılabilirken, üst düzey bürokratlar ve siyasetçiler, hukukun üzerinde bir konumda görünmektedir.

Aslında bu durum, adaletin ve hukukun işlemediği bir toplum yapısının en açık göstergelerindendir.

KKTC’de yaşayan yoksul kesim, yaşam mücadelesi verirken, küçük suçlar işlediğinde en sert cezalarla karşı karşıya kalmaktadır.

Açlık ve yoksullukla mücadele eden bir bireyin, geçim derdine düşerek suç işlemesi, toplum açısından anlaşılabilir bir durumken; aynı geçmiş bu olayları yaratan ve devlete şekil veren bürokratların eylemleri nedeniyle hiçbir yaptırımla karşılaşmaması toplumsal adaletsizlik ve eşitsizliğin açık birer yansımasıdır.

Hükümet edenler, halkı aç bırakarak tüm sorumluluğu üzerlerinden atmayı başarmaktadırlar.

Toplumun güven duyduğu yöneticilerin, yaptıklarının cezasız kalmayacağı bir sistemin oluşturulması gerekmektedir.

Ancak mevcut sistem içerisinde, bu tür eylemlerin sorgulanabilir bir yapısı olmaması, toplumun yöneticilerine olan güvenini zedelemekte ve kolektif bilinçte derin bir yarılma yaratmaktadır.

“Bunların hesabı sorulur mu?” sorusu, bu yapıda genellikle olumsuz bir yanıtla karşılanıyor. Çünkü kurulan bu yapı, belirli bir güç ve çıkar grubu tarafından korunmakta, dolayısıyla bilgi ve çıkar paylaşımını esas alarak devam etmektedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşanan bu durum, sadece bir kişinin eylemi değil, aynı zamanda bir devlet sisteminin krizini göstermektedir.

Toplumda oluşan adalet duygusu, yoksulluk karşısında yapılan ayrımcılık ve hukukun işlememesi, halkın yaşadığı derin sorunların yalnızca birkaç yüzeysel örneğini ifade etmektedir.

Eğer kamu görevlileri, bu tür sorumsuzlukları sergilemeye devam ederse, toplumda huzursuzluk ve güvensizlik daha da derinleşecektir.

Toplumsal adaletin sağlanabilmesi, bu tür davranışların sona ermesi ve ileri bir demokrasi anlayışının benimsenmesiyle mümkün olacaktır.

Zira, toplumu yönetenlerin saygınlık kazanması, sadece kendilerinin değil, aynı zamanda tüm toplumun geleceği için hayati öneme sahiptir.













Başa dön tuşu