InstagramKöşe Yazarlarımız

Emziğini Verin Sussun!






Bazı insanlar tarih yazar, bazılarıysa kameralar önünde ağlar.

Ve bu topraklarda ne yazık ki ağlayanlar daha çok yer bulur ekranlarda, manşetlerde, devlet dairelerinde…

Son perdeyi da beraber izledik,

Adı: “Ben o gün ağladım”

Başrol: Cumhurbaşkanı değil, kukla başı.

Gözyaşları ise Financial Times mıydı yoksa New YorkTimes mıydı belli olmayan bir hatıra üzerine dökülüyor.

Sahne: Bir belgesel.

Zamanlama: Seçim arifesi.

Mizansen: 10 numara.

1983’te İngiltere’deymiş beyefendi. Sabah işe giderken trende, gazetede “Kıbrıslı Türkler bağımsızlığını ilan etti” yazısını görmüş.

Gözyaşlarını tutamamış. Bugün hâlâ aynı cümleyi kurarken titriyormuş sesi.

Oysa New York Times arşivi yalanlıyor bu romantik destanı: “Dünya liderleri yeni Kıbrıs devletini reddetmekte birleşti” diyor o manşet.

Yani Tatar‘ın, tam bağımsız bir devletin kuruluşuna ağlamamış. Belki de reddedilişimize ağlamıştı, bilemeyiz.
Kendisi de sonradan toparlamaya çalıştı: “Yok yok, Financial Times’tı aslında

Ne fark eder ki? Gazetenin adı değişse ne olur, zihniyet değişmiyor.

Tatar’ın gözyaşlarının tuzu yok. Çünkü bu halkın gözyaşları o kadar yoğun ki, o ağlayışta sadece sahne var, gerçeklik yok.

Biz gerçek gözyaşlarını, ay sonunu getiremeyen gençlerin cebinde, güneyde çalışmak zorunda kalan işçilerin alnında, öğretmenlerin greve çıktığı günlerdeki suskunlukta, oksijen tüpüne bağımlı sağlık sistemimizde gördük.

Ama onların ağlaması için kamera yok.

O gözyaşları reyting yapmıyor. Çünkü onların hikâyesinde reklam verilecek bir marka yok, sadece sefalet var.

Çaresizlik var, bu çirkef düzende sizin şaşalı hayatlarınızın gölgesinde kahrolmak var.

Ve tabii ki kayyum yalnızca geçmişe ağlamıyor. Bugün ağladığını söylediği devletin bugünkü haline hiç mi üzülmüyor acaba?

Memleketin her tarafı TC’den gelen emirlerle yönetilirken, atanmışlar seçilmişlerin üstüne çıkmışken, üniversiteler para aklama merkezi haline gelmişken, bir zamanlar “bağımsızlık” diye ağladığı o devlet, şu anda fiilen bir vilayete dönüşmüşken…

Neden tek bir damla düşmüyor gözlerinden?

Ama anladık ki mesele ağlamak değil, ağlıyormuş gibi yapıp o sahneyi oynayabilmek. Seçim geliyor ya, belki “halk adamı” pozuna puan yazılır diye. Belgeselciliğin suyu çıktı.

Hatıralar, nostalji sosuna bulanmış manipülasyonlara dönüştü. “O anı hatırladım, yine ağlayabilirim” diyene soralım: Bugün bu halkı her gün ağlatan kararlarını da hatırlıyor musun kayyum efendi?

Yalnız Tatar’a bir not bırakmadan yazımı sonlandırmaycam: Gözyaşı candan gelir. Samimiyetsizliğin kokusu gözyaşının tuzunu bastırır.

Bu toplum artık gözlerin dolmasına değil, başın dik durmasına ihtiyaç duyuyor. Ama sen hep eğik yaşadın. Eğik baktın. Eğik ağladın.

Bu da tarihe böyle geçsin.

Emeği geçen tüm yapım ekibine teşekkürler, Oscar yolunda başarılar.











Başa dön tuşu