Siyasal Miyopizm
Adanın bölünmesinden bu yana yarım asır geçmiştir. Ellili yıllarda başlayan ve “anavatanlara” duyulan nostaljik bağın milliyetçilikle şekillenmeye başlaması bölünmenin eskizleri sayılıyordu.
Önce “Enosis” sonra da “Taksim” Yunan ve Türk milliyetçiliğinin manifestoları olarak ayrılığın andına, yeminine dönüşmüştü.
Bütünleşmenin ve toplumlar arası dayanışmanın vatan hainliği sayılması bu etnik merkezci yarılmanın mutfağını oluşturuyordu.
Her iki toplumun da kendi “dava”sı vardı. Bu davalara adanmak elbette ki üniter devlet diye kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin altını oyacak kadar güçlüydü ki İngiliz’in sömürgeci hesaplarıyla iki ana toplum ve üç azınlık toplumuyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ancak üç sene yaşayabildi.
Bugün geldiğimiz noktada, çözüme ulaşmak ve yeni bir gelecek inşa etmek adına yitirilen fırsatlar tarihi üzerinden durumumuza bakacak olursak, federal çözümün, yani toplumların özerklikleri üzerine temellendirilen gelecek en rasyonel araç olarak duruyor karşımızda.
Bu yüzden Kıbrıs Cumhuriyeti hukuksal bir zemin olarak çözümün amacı değil aracı olmakla sınırlı bir olanaktır.
Kıbrıs sorununun ortaya çıkma nedenlerine her şeyden önce Marksist eleştirel ve analitik bir perspektiften bakacak olursak, soruna neden olan bir yapının çözüm olarak idealize edilmesi diyalektiğe aykırıdır.
Zaman ve yaşanmışlıklar süreçleri beslerken süreçler de kendi dogmalarını üretirler. Bu bir yana, devlet fetişizmine varan Kıbrıs Cumhuriyeti adanmışlığı hiçbir şekilde sol ideolojinin repertuarında olan bir davranış da olamaz.
Hiçbir Marksist aydın, devleti kutsayan bir siyasi davranışın militanı olamaz.
Bu girişten sonra Avrupa Parlamentosu seçimlerine dönecek olursak, bütüncül Kıbrıs’ın geleceğini planlamakla ilgili görüşleri en berrak olan siyasi örgütün VOLT olduğu kanaatindeyim.
Kıbrıs’ın Avrupa coğrafyasında bir AB üyesi olarak kendi kültürel ve ekonomik yapılanmasını güçlendireceği formül ülkenin federal bir yapı altındaki birleşik statüsüdür.
İki toplumun da ön yargılarından arınarak, öz saygı ve ötekine saygıyı öğrenmesi hatta bunu bir yurttaşlık vazifesi olarak görmesi bu yapı altında hayat bulmalıdır.
Kimsenin kimseye üstünlük taslamadan ya da küçüklük kompleksine kapılmadan deneyim ve yeteneklerini paylaştığı, sayısal oranlarla bireylerin girişimlerinin sınırlandırılmadığı eşitlikçi bir yapı federal yapının kendisidir.
Bununla birlikte elbette ki tüm sorunlarımızın ortadan kalkacağı gibi bir kehanette bulunmak boşboğazlık olur. Ancak rasyonel kazanımın yüksek olduğu bir noktadan, bize en yakışandan başlayarak geleceği inşa etmek daha fazla geciktirilmemelidir.
Bugün sözüm ona “barışçı” veya federal çözümü öngören siyaset organlarımız ne yazık ki belirli bir perspektif üzerinden proaktif siyaset yapmak istemiyor.
Bu bağlamda çok bariz bir siyasal miyopizmin siyaset ortamına hâkim olduğunu söyleyebiliriz.
Belki de örgüt çıkarcılığı ülkenin çıkarlarının önüne geçiyordur. Bizleri nelerin beklediğini kestirmeye çalışmak ve iyisiyle kötüsüyle –öngörüye dayalı– karşılaştırmalı bir siyaset alanı açmak en acil toplumsal vazifedir sanırım…