Kara Koyunların Arasında, Ak Koyunu Aramak
Kıbrıs’ın kuzeyinde varlığımızı sürdürebilmek için verdiğimiz mücadele artık sadece ekonomik ya da siyasi bir kriz meselesi değil; aynı zamanda kimliğimizin, tarihimizin ve kültürümüzün var olma mücadelesidir.
Türkiye’nin sistematik olarak uyguladığı asimilasyon ve sömürü politikaları her alanda kendini hissettiriyor.
Ancak bu politikaların bu kadar etkili olmasında, yerel siyasilerin rolü ve iş birliği yadsınamaz.
Eğitim sistemi, asimilasyonun en etkili araçlarından biri olarak kullanılıyor. Kıbrıslı Türklerin tarihini ve kimliğini genç nesillere aktarması gereken okullarımız, bugün Ankara’dan dayatılan müfredatlarla yönetiliyor.
Kendi kahramanlarımız, kendi mücadele tarihimiz çocuklarımızın zihinlerinden silinirken, Türkiye’nin resmî ideolojisinin propagandası yapılıyor.
Bu durum, sadece bireylerin değil, toplumsal belleğimizin de erozyona uğratılmasına neden oluyor.
Kültürel değerlerimiz de aynı tehditle karşı karşıya. Halk danslarımız, geleneklerimiz ve tarihimiz giderek marjinalleştiriliyor, yerlerine yabancı ve dayatmacı bir kültür yerleştiriliyor.
Nüfus yapımıza yönelik müdahaleler, asimilasyon politikalarının bir başka önemli boyutunu oluşturuyor.
Türkiye’den sürekli olarak nüfus aktarımı yapılırken, bu durum sadece ekonomik gerekçelerle açıklanmıyor.
Bu, Kıbrıslı Türklerin azınlık haline getirilmesini hedefleyen bir planın parçası.
Kendi toplumumuz ekonomik krizler ve siyasi belirsizlikler nedeniyle göç etmek zorunda bırakılırken, dışarıdan gelenlere sağlanan imkânlar ve ayrıcalıklar, toplumsal dengemizi daha da bozuyor.
Bu süreç, kimliğimizi zayıflatmayı ve bizi topraklarımızda bile etkisiz bir duruma düşürmeyi hedefliyor.
Yerel siyasiler bu süreçte ne yazık ki direniş göstermek yerine, asimilasyona hizmet eden bir yapının parçası haline gelmiş durumda.
Türkiye ile imzalanan mali ve ekonomik iş birliği protokolleri, Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi iradeyi tamamen bağımlı bir yapıya dönüştürüyor. Ankara’dan alınan yardımlarla siyasi meşruiyetini korumaya çalışan bu siyasiler, toplumun geleceğini hiçe sayarak, asimilasyon politikalarına doğrudan ya da dolaylı olarak destek veriyor.
Bu siyasilerin göz ardı ettiği gerçek ise, kendi toplumlarının kimliğini ve varlığını koruma mücadelesinde yalnız bırakıldığıdır.
Tüm bu baskılar arasında Kıbrıslı Türk toplumu bir yandan kendi kimliğini koruma mücadelesi verirken, bir yandan da ekonomik ve sosyal olarak daha bağımsız bir yapıya geçmek için çabalıyor.
Ancak Türkiye’nin ekonomik yardımları ve siyasi baskıları, toplumsal iradeyi her geçen gün daha fazla zayıflatıyor.
Muhalefet eden sesler medya üzerindeki baskılarla susturuluyor, ifade özgürlüğü kısıtlanıyor ve halkın iradesi göz ardı ediliyor.
Eğer bugün bu düzene sessiz kalırsak, yarın çocuklarımız ve gelecek nesiller kimliksiz ve bağımlı bir toplumun parçası olarak büyüyecek. Kendi topraklarımızda azınlık haline gelmek istemiyorsak, eğitimimizi, kültürümüzü, siyasi yapımızı ve ekonomimizi yeniden ele almalıyız.
Bu topraklarda özgür ve bağımsız bir toplum olarak yaşamayı hak ediyoruz. Asimilasyona ve işgale karşı durmak, onurlu bir varoluş mücadelesidir ve bu mücadele bugün sesimizi yükseltmezsek imkânsız hale gelecektir.
Topraklarımıza, kültürümüze ve geleceğimize sahip çıkmak hepimizin sorumluluğudur.
Çünkü ancak biz mücadele edersek, kimliğimizi ve varlığımızı koruyabiliriz.