InstagramKıbrısManşetSiyasetYaşam

Derya: Mescit’in gerekli olduğunu söyleyen bir kişi dahi çıkmadı…

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Doğuş Derya, bir gazeteci edasıyla Karpaz‘daki Apostolos Andreas Manastırı‘na gitti, bölgeyi gezdi, esnafla, bölge halkıyla ve altından adeta bir dram çıkan Manastır sorumlusu Lefteris ile konuştu… Mescit yapımıyla ilgili görüşleri aldı, Manastır’ın bakımsız halini, Vakıflar arazisinin çöp içindeki durumunu fotoğrafladı, esnafın sıkıntılarını dinledi

Derya: ‘Mescit’ emrivakisi ile ilgili bölge halkının ne düşündüğünü kendi ağızlarından duyalım istedik

Sosyal medya hesabından fotoğraflar eşliğinde yaptığı ziyareti, Manastır sorumlusu, bölge halkı ve esnafından edindiği bilgileri ve gözlemlerini paylaşan Derya, Manastırın bakımsız halini de gözler önüne serdi.

Derya, iki arkadaşıyla birlikte Manastıra gittiklerini söyleyerek, “Bölge insanı ile konuşmak, Manastır’dan sorumlu görevlinin ve bahçede turistik eşya satarak geçimini sağlayan esnafın ‘Mescit’ emrivakisi ile ilgili ne düşündüğünü kendi ağızlarından duyalım istedik. Aldığım notları sözü dolandırmadan, her detayına yer verecek şekilde açık ve elimden geldiğince kısa yazmaya çalışacağım” dedi ve şunları paylaştı;

“Çöpler, pas tutmuş hurdalar,deniz araçları ve tele asılmış çamaşırlar ve evsel atıklar…”

1) Manastır’ın bahçesine ilk girdiğiniz andan itibaren bizi karşılayan şey; alana gelişi güzel bırakılmış çöpler, unutulmuş olmaktan dolayı pas tutmuş hurdalar, kime ait olduğu bilinmeyen/söylenmeyen karavan, deniz araçları ve hatta fotoğraflardan da görebileceğiniz gibi tele asılmış çamaşırlar ve bazı evsel atıklar oldu.

Manastır’a en son iki yıl önce, yurt dışından gelen ve Kıbrıs’ın tarihi yerlerini merak eden misafirlerimi götürmek için gitmiştim. O gün de aynen bugün gibi oradaki kirlilikten utanmış, Manastır’ın bakımı ve temizliği ile ilgili olan mercilerin peşine düşmüştüm.

“Kendini ‘söz sahibi’ ilan eden Vakıflar, burayı da bilinçli şekilde izbe hale getirmeye çalışmış”

Belki biliyorsunuzdur, uzunca bir süredir tarihi eser olduğu halde aynı zamanda dini bir mekan niteliği olan yapılar konusunda Bakanlık yetkilerinin bir kısmını Vakıflar’a devretmiş durumda. Diğer birçok tarihi eser niteliği de olan kiliselerde olduğu gibi Vakıfların kendini (gayrimeşru bir şekilde) ‘söz sahibi’ ilan etmeye çalışması var.

Bu elbette ki mekanın niteliği ile ilgili değil Kıbrıs’a yapılan siyasi ve sosyal mühendislik ile ilgili bir durum. Vakıfların, tamamen siyasi ve ideolojik niyetlerle bilinçli olarak izbe mekanlar haline getirmeye çalıştığı onlarca yerden biri olmuş Apoatolos Andreas Manastırı da…

Yüzyıllardır Kıbrıs’ın maruz kaldığı can yakıcı tarihe şahitlik ederek ayakta durmaya çalışan bu kültürel mirasa, bir süre önce AB finansmanı ile yapılan kısıtlı restorasyon hariç kimse dokunmuyor. Güneydeki Kilisenin de bu konuda Vakıflar’dan geri kalır yanı yok.

“Çöpleri esnaf toplayıp bir köşeye yığıyor”

2) Çöpleri bölgede turistik eşya satarak geçimini sağlayan esnaf toplayıp bir köşeye yığıyor, Belediye de bazen bu çöpleri toplamaya geliyor.

Bazen diyorum çünkü oradan aldığımız bilgilere göre çöp toplamak için gerekli olan kepçe gibi araçların arızalı olduğu, bu arızayı tamir edecek mali kaynak bulunmadığı söyleniyormuş.

İlginçtir; çöpleri toplayacak aracı bulamayan Belediye, satıcılar için dükkan yapılmak üzere inşa edilmiş odalardan iki tanesini (8 ve 9 numaralı odalar) Mescit yapmak için kolları sıvamış ve tadilat için para bulmuş. İki gün boyunca hem bölge halkı hem de manastır etrafında ekmek kavgası verenlere ‘Mescit’ hakkında ne düşündüklerini soruyoruz.

“Mescit’in gerekli olduğunu söyleyen bir kişi dahi çıkmadı”

Gerekli olduğunu söyleyen bir kişi bile çıkmadığı gibi, bunun siyasi olarak uydurulmuş bir şey olduğunu sıkça dile getirdi insanlar…

Hani küfürbaz faşist Bakan (Derya, Erhan Arıklı’yı kastediyor) ‘İhtiyaç olmasa da yapacağız ulan‘ minvalinde dayılanmıştı ya; herkes yapılan hesabın farkında…

3) Esnafa soruyoruz; ‘Bu dükkanları kullanmak yerine niye bu bahçede kalmakta ısrar ediyorsunuz?’ diye. Dükkân binalarının Manastıra olan mesafesinin uzak olduğunu, Manastıra ziyarete gelen turistlerin ancak stantları gördükleri zaman alışveriş yaptıklarını anlatıyorlar.

Kilise bahçesini yandaki araziden ayıran duvarın hemen arkasında taraçalandırılmış geniş bir arazi var.

“Vakıflar, esnafın talebini de kabul etmiyor”

Bu arazi Vakıflar kontrolünde ve esnafın talebi Kilise bahçesinden çıkarak Vakıflara ait arazide çevreye uygun stantlar açarak orada satış yapmak. Gelin görün ki; yıllardır dile getirilen bu talebi, her yere ideolojik, dini faaliyet sokuşturmaya çalışan Vakıflar kabul etmiyormuş.

Esnafın stant gölgeliği olarak kullandığı direkler çürümüş, paslı mertekler üzerine serilmiş brandalar yırtık, parçalanmış. Fotoğraflardan da göreceksiniz, stantların hemen arkasında duran ‘Vakıf arazisi’ yığılmış çöp ve hurda ile dolu.

Kıbrıs tarihini gerçeklere göre değil de siyasi amaçlarına göre yeniden yazmaya kalkan, bunun için binlerce pahalı harita uydurup basan, önüne gelen sokağa yatır diken, yerli araştırmacıların Vakıflar arşivine girmesine izin vermeyen, dışardan gönderilen finansmanla kendi bütçesinin katbekat üstünde harcama yaparak ideolojik bir aygıt olarak çalışan Vakıfların da fotoğrafını çekmiş gibi hissediyorum o araziyi fotoğraflarken …

“Lefteris… Manastır’ın resmi görevlisi, eşi Kıbrıslıtürk… Ne kuzeyde ne güneyde resmi sosyal yatırımı yok”

4) Turistlerin arasından geçerek Manastır’a girdik sonra. Papaz yoktu. Manastır’dan sorumlu görevli olan Lefteris ile konuştuk. Lefteris kuzeyde doğan bir Kıbrıslı Rum. Eşi Kıbrıslı Türk, çocukları da burada doğmuş.

Yıllardır Manastır’da görevli olarak çalıştığı halde ne kuzeyde ne de güneyde herhangi bir sosyal yatırımı yapılmamış.

Resmi görevli ama adanın her iki yakası da silkeleyip atmış Lefteris’i… O her şeye müdahil olan Kilise de sahip çıkmamış çalışanına…

Kilise denilen yapının Kıbrıs tarihi içindeki rolünü düşünüp bir kez daha öfke duyuyorum. ‘Çocuklarıma kimlik almak için gittim’ diyor Lefteris. Eşi Kıbrıslı Türk olduğu için çocuklara yurttaşlık zorla da olsa verilmiş ama Lefteris’e ‘yoook’ denmiş.

Zaten kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Rumlara mavi kimlik üzerinden yapılan eziyet şimdi başlamadı…

“Lefteris’e ‘Sen Rumsun’ denilmiş, KKTC kimliği verilmemiş”

Dünyanın dört bir yerinden gelen yabancılara vatandaşlık dağıtan ‘eşit egemen’ devletimiz, Kıbrıslı, Karpazlı Lefteris’e ‘Sen Rumsun’ demiş. Öyle de güzel bir Türkçe ile anlatıyor ki hikayesini, her gün bu ülke ile hiçbir bağı olmayan, henüz Türkçe öğrenme fırsatı bile bulmadan ‘vatandaşlık’ alanları düşünmeden edemiyorum.

Milliyetçiliği ve Müslümanlığı kişisel menfaatlerine perde yapan yağmacı ve ırkçı atanmışlar ülkenin sadece kültürel mirasına değil, öz evlatlarına da düşman işte…

“Gecekondu yapar gibi hayatlarımızı ve mekanlarımızı ‘babasının malı’ sananlar ne çok arkadaş?!”

5) Manastırdan dönerken bazıları çok yaralı olan eşekler kesti yine yolumuzu. Biz delik deşik olmuş asfaltta yol almaya çalışırken, ‘seyyar Mescit yapalım’ diye yapılan demeçlerin haberine de bakıyorduk bir yandan.

Köfteci açar gibi gecekondu yapar gibi damdan düşer gibi bu ülkenin insanı ne düşünür diye sormadan hayatlarımızı ve mekanlarımızı ‘babasının malı’ sananlar ne çok arkadaş?!

Eşeklerle göz göze geliyorduk bunlar olurken… Ülkemizin başına gelenlerin, bu gasp edilen yurt hakkının hesabını sorar gibi bakıyorlardı sanki… Hüzünlü ve yaralıydılar evet, ama tepti mi de sağlam teperdi Kıbrıs Eşeği! Bilmem anlatabildim mi?

 











Başa dön tuşu