InstagramKıbrısKöşe YazarlarımızManşet

Kargaşa onlara yarıyor; siyasilerin direkt sorumlulukları ve payları konuşturulmuyor…

Günlerce aç bırakılmış, açlıktan gözü dönmüş ve yıllarca kafeste tutulduğu için öfke nöbetleri geçiren yırtıcıların olduğu bir kafes gibi ülke…

Toplum adeta aç aslanların önüne atılan et parçası gibi insanların “hükmü basın tarafından çoktan verilmiş” çeşitli suçlamalar ve giydirilmiş sıfatlarla önlerine atılmasını istiyor.

Toplumbilimcilerin araştırma ve analizlerine muhtaç bu duruma elbette bir günde gelinmedi. Onca iradesizlik, peşkeş, ekonomik darboğaz, torpilli istihdamlar, ayrımcılık, ırkçılık, nefret ve hamasi söylemler, aşırı milliyetçi ve şovenist sözde nutuklarla, toplum tam bir linç kültürüne bulandı.

Yaşananların öfkesi her yanı sardı. Bu öfkeyi kusacak, küfür ve hakaretler ederek deşarj olunacak kurbanlara ihtiyaç var. İşte bu kurbanları da medya atıyor bu azgın kalabalığın önüne.

Sormak, sorgulamak, anlamaya ve gerçek bilgiyi edinmeye çalışmak ve çıkan sonucu da hem hukuka hem de insan haklarına saygılı olarak vicdanen yorumlamak ve ölçülü bir tepkiyle kesin sonucu beklemek gibi meziyetlerimiz de kalmadı.

Sorgulanmayan şeyler ve sorulmayan sorular listesi kabarık;

-Bu haber doğru mu?
-Bu haber dili olması gereken mi?
-Bu insanlar suçlu mu, zanlı mı?
-Neden boy boy fotoğrafları ve açık isimleri yayınlanıyor?
-Sonunda suçlu dahi bulunsalar bazı hakları yok mu?
-Bu durum uzun yıllardır var mı? Neden şimdi ortaya çıktı?
-Neden sadece belli başlı kişiler gözümüze sokuluyor?
-Bu işin siyasi ayağı var mı?
-Yasalarda ve denetimlerde hangi boşluk ve zafiyetler bu yaşananlara sebep oldu?
-Kim denetleyecekti? Neden denetlemedi? Kim alan açtı?
-Kamu hekimi neden sigorta reçetesi yazamıyor? Neden özele gidip para vermek zorundayım?
-Polis teknik olarak doğru araştırma ve sorgulama yapabiliyor mu?
-İşin uzmanları olaya dahil ediliyor mu?
-Birgün herhangi bir şeyle suçlanırsam medya bana da bu muameleyi yapar mı?
-Eğer masumsam, sonraki hayatıma nasıl edeceğim? Haklarım neler?
-Toplum olarak bu davranışlarımız normal mi? Olması gereken mi?

Sorular uzayıp gidiyor…

İşte “sahte reçete yolsuzluğu” soruşturmasının basın ayağı da tam böyle ilerliyor. Elbette suçu Mahkemede kesinleşmemiş hiç kimseyi suçlu ilan etmeyen, açık fotoğraf ve isimlerini paylaşmayan gazetemiz de bu linçten iki gündür nasibini alıyor.

Doktorları mı koruyorsunuz? Eczacılar akrabanız mı?” diyerek yaptığımız haberlere hakaretler yağıyor. Başka yerlerde okudukları haberlerin nerede olduğunu bile bilmeyenler, “Ekmek çalanların boy boy fotolarını yayınlıyorsunuz” falan diyorlar bize.

Neyse, bu cidden bilimsel araştırma ve analize muhtaç, sonrasında da büyük bir eğitim ve farkındalık çalışmasıyla aşılabilecek bir konu.

Şimdi gelelim bu kadar bağırma ve çağırma arasında aslında çoğunluğun bilmediği bu sahte reçete olayının iç yüzüne ve bu kargaşa içinde siyasetin kendi sorumluluğunu nasıl örttüğüne.

***

Kronik bir hastasınız ya da sadece dönemlik bir gribal enfeksiyon geçiriyorsunuz, fark etmez.

Eğer kamu hastanelerine giderseniz, muayene olduğunuz ya da sürekli tedavinizi yapan kamu hekimi, SİZE SİGORTA REÇETESİ YAZAMIYOR.

Evet şaka değil, kamu hekimi sigortalı hastaya sigorta reçetesi yazamıyor. Kamu hekiminin yazdığı reçete ile bir sigortalı olarak hastanenin eczanesine gidebiliyorsunuz.

İlaçlarınız hastanede yoksa -ki çoğu zaman yok- dışardaki herhangi bir özel eczaneye gidiyorsunuz ve Sosyal Sigortalar’a her ay binlerce lira prim yatıran bir sigortalı ya da emekli olarak, eczaneye binlerce lira ödüyor -tabi paranız varsa- ve ilaçlarınızı alıyorsunuz.

***

Peki kim yazabiliyor bu sigorta reçetelerini?
Evet özel hastanelerdeki hekimler!

Yukarıdaki örnek hastayı bir de özel doktora giderken hayal edelim. Sigortalısınız, kronik bir hastasınız ya da sadece dönemlik bir gribal enfeksiyon geçiriyorsunuz, fark etmez. Özel doktora gidiyorsunuz.

Doktor size sigorta reçetenizi yazıyor (Özel hekimin ayda 2 kere size sigorta reçetesi yazma hakkı var. Her reçetede kaç kalem ilaç olacağını da Sosyal Sigortalar belirliyor).

Eczaneye gidiyorsunuz. Reçetenizi uzattığınızda, eczacı reçeteyi sigortanın online sisteminden kontrol ediyor. Ekranda ilgili reçetenin açılması için sizin kimlik bilgilerinizi giriyor ve sistem sizin cep telefonunuza bir kod gönderiyor.

Eczacıya bu kodu veriyorsunuz, kod sisteme giriliyor ve reçete açılıyor.

Eczacı reçetede yazan ve elinde bulunan ilaçları barkod yardımıyla sisteme okutuyor, reçeteyi aldığına dair de imza atıyor. Sistem otomatik olarak eczacıya sizden alacağı para miktarını söylüyor. Siz de toplam tutarın yüzde 20’sini ödeyerek ilacınızı alıyorsunuz. Eczacı da her ay bu reçeteleri sigortalara ibraz ediyor ve parasını alıyor. Sistem kısaca böyle işliyor.

***

‘Devlet’ size diyor ki; “İlaca para vermek istemiyorsan özel hastaneye ve özel hekime git, en az 800 TL vizite ücreti ver, sana sigorta reçetesi yazsın da sen de git ilaçlarının sadece yüzde 20’sini ödeyerek al”

Yani hem özel hastane ve hekim vatandaşın cebinden para kazansın hem de sigorta ilaç parasını ödesin. Yani amaç sadece ve sadece özel hekim ve hastaneler kazansın.

Kulağa inanılmaz gibi gelen, Anayasa’yı, sosyal devlet anlayışını, insan haklarını dozerle ezip geçen uygulama bu.

***

Peki ilaca para veremeyecek durumda olan kişi, özel doktora nasıl para verecek? Doğru bildiniz, çoğu zaman veremeyecek.

Hele de kronik rahatsızlığı olan ve sadece biten ilaçlarının tekrar reçete edilmesini isteyen hasta, neden gidip özel doktora sadece reçete yazılması için 800-1000 TL arası bir vizite ücreti ödesin ki?

Var mı bunun yasal ve insani bir açıklaması? Yok!

Peki ne oluyor bu durumda?
Doğru bildiniz; hasta eczacısından yardım istiyor.

***

Hani bugün, tüm doktor ve eczacıları suçlu torbasına koyan, hepsini hırsız, yolsuz ve suçlu ilan edenler var ya; ilk taşı, kendisi ya da hiçbir yakını hiçbir eczacıdan böyle bir yardım istemeyen atsın!

Her ay sırf ilaç yazdırmak için özel doktora binlerce lira vizite ücreti ödeyen var mı gerçekten?
Bu mümkün mü?

Hasta gidiyor eczacısına ve yardım istiyor. “Özel doktora gidip binlerce lira para verecek durumum yok, bana bu ilaçlarımı tanıdık bir doktora yazdırabilir misin?” diye soruyor.

Bu talebin elbette kültürel bir özelliği var. Küçük bir ülke, herkesin birbirini tanıdığı bir yerden bahsediyoruz ki bu örneği hastanenin, sağlık ocağının ve doktorun olmadığı ücra köşelerdeki köyler için daha rahat verebiliriz.

Bu ülkenin Karpaz’ın da, Tatlısu bölgesinde ve birçok yerinde hala hastane, doktor ve tedaviye ulaşamayan kimisi yatalak kimisi ağır hasta birçok kronik hastası var.

‘Devlet’ diyor ki bu insanlara; “Her ay ilacın bitince kalk, özel doktora git, binlerce lira ver, ilacını da bulabilirsen al!

Her şey kağıtta yazıldığı gibi değildir.
Pratik vardır, hayatın gerçekleri vardır.

Kimse yapacağı yorumları bunları dışlayarak yapamaz, yok sayamaz!

Böyle bir garabet durumda, vatandaşın kendi çaresini arayacağını, sözde yasal olan bu durumu delmek için bir şeyler yapacağını en iyi bu düzeni kuranlar biliyor.

İnsanları suça itip, suçlu diyerek hapse tıkıp, üstüne bir de zafer kazanmış, büyük bir yolsuzluk çetesini çökertmiş gibi lanse ediyor, medya da buna çanak tutuyor!

***

Şimdi gelelim; kimilerinin sistemdeki açığı kullanarak nasıl yolsuzluk yaptığına.

Hani Mahkemede ortaya çıktıya; Şubat ayına kadar yazılan reçete sayısı, Şubat ayında bir anda yüzde 30 düşüş gösterdi, bu durumdan şüphelenildi ve durum polise intikal etti.

Neden biliyor musunuz?
Çünkü Şubat ayında yukarıda bahsettiğim, eczanede işlem yapılırken hastanın cep telefonuna gelen o kod uygulaması hayata geçirildi.

Eczacılar Birliği başta olmak üzere sağlık çevrelerinin bas bas bağırdığı, “bu sistem sakat” dediği uyarılar ancak Şubat ayında yerini buldu ve sistemdeki açıklardan biri kapatılarak, kod sistemi getirildi.

Dolayısıyla eczacının, o kod olmadan reçeteyi ekranda açabilmesinin ve işlem yapabilmesinin önüne geçildi.

İşte o kod sistemi gelene kadar bazı eczacı ve doktorların bu açıktan yararlanarak binlerce reçeteyi hastaya yazılmış gibi gösterdiği ya da 4 ilaç yazan reçetedeki 2 ilacı hastaya verip, kalan iki ilacı da verilmiş gibi göstererek, o 2 ilacın parasını da aldığı iddia ediliyor şimdi.

Elbette bazı doktor ve eczacılar bu yolsuzluğa bulaşmış olabilir, ki bulaşmış gibi de görünüyor.

Ancak ‘devletin’ yarattığı maddi-manevi eziyeti, vatandaşın daha az hissedebilmesi ve hastaya yardımcı olmak adına bu tip işlemleri tamamen iyi niyetle yapan, derdi para ya da çıkar olmayan eczacı ve doktorlar da aynı torbaya koyuluyor.

Çünkü bu kargaşa siyasetin sorumluluklarının üzerini örtüyor, “Bakın biz bu yolsuzluk çetesini çökerttik” izlenimi veriliyor.

***

“55 milyon TL zarar ve yüzlerce de kişi var” deniliyor. Büyük vurguna bak sen!

55 milyonu tek başına bir kişi ya da 3-5 kişi yese bunun adı vurgun olur ancak yüzlerce kişi varsa 55 milyon her birine bölündüğünde, paylarına düşen para için bu işi yapan eczacı ya da doktor varsa ya delidir ya da delidir.

İşte basının görevi, olaylarda bir süzgeç görevi görerek iyi araştırma yapmaktır. Reyting uğruna siyasetin de ekmeğine ya sürecek şekilde bir hafta 10 günde unutulacak bir kargaşa yaratmak değil!

***

Soruşturma genişletiliyor.

Tutuklamalar devam ediyor, belli ki edecek de.

Ama bunları bilmemiz, asıl sorumluları konuşmamız her zamankinden daha büyük önem taşıyor.











Başa dön tuşu