Etik, Ahlak ve Hukuk 2
Geçen hafta bu köşede buluştuklarım hatırlayacaktır; konu etik, ahlak ve hukuktu…
Etik iyi ve kötü, doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik gibi kavramların tanımını yapmaya, davranışlarımıza yön veren kuralları ve normları içerir, ahlaki bir pusula sağlarlar.
Bu küçük adanın kuzey yarısında yaşananların yarattığı manzara ise hakikaten vahim! Anayasa dahil hukuk her yönüyle çiğnenmekle kalınmıyor, etik ve ahlaki yönü de yazık ki hiç kale alınmıyor.
Geçen haftadan bu yana Meclis Başkanlığı meselesi hala kaos olarak duruyor. Bütçe zamanı geldi, onca sorun var çözüm bekleyen, yine de tartışmalı başkanlık için inat sürüyor.
“Kendi kendine gelin güveyi olmak” gibi seçilmişliği tartışmalı olan kişi kendi kendini başkan ilan edebilecek kadar siyasal etikten, hukuktan kopmuş durumda!
Neyse ki Meclis Başkanlığı’na seçilme sürecinin hukuka uygunluğunu sorgulamak amacıyla, “atanmak ya da seçilmek suretiyle bir makama gelen kişinin atanma veyahut seçilme sürecinin hukuka uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin denetlenmesiyle ilgili” olarak, Yargıtay nezdinde Quo Warranto başvurusuyla hukuksal bir süreç başlatıldı.
Öte yandan, daha yeni doğan bebeklerin alkollü mama meselesi, Mihribah bebeğin yaşamını yitirmesi skandalının acısı, isyanı sürerken, ihmal olduğunu düşündüren bir nedenden dolay bir insanı daha kaybettik, çok acı bir şekilde!
“Mevsimi Geldi Artık” , “Güzel Günler” var ya hani sokaklarda bağıra bağıra barış için, özlenen güzel günler için kalabalıkların söylediği şarkılar!
İşte o parçaların ve daha nice bestenin sahibi sevgili Acar Akalın’ın eşi sevgili Yonca Gürel’in henüz 60’na ulaşamadan yaşamını kaybetmesi düştü gündeme.
Gene sarsıldık. Ölüm doğal ama bu şekilde birçok soru işareti ile olunca ölüm, insan acıdan daha çok öfke hissediyor!
Sağlık her halde insanın en yaşamsal kırmızı çizgisi! O yüzden de sağlık sistemindeki eksiklikler ve hatalar, insanların hayatına mal olduğunda, bu durumun yarattığı acı ve hayal kırıklığı çok daha derin oluyor.
O güzel günleri gelecek diye beklerken, her alanda her konuda dibin de dibini yaşıyoruz! Her konuda, elimizi attığımız her alanda yazık ki durum sağlıktaki gibidir!
Liyakat, hukuk, etik, ahlak namevcut!
Etik kuralları ve normlar, devlet yönetiminde, siyasette, meslek uygulamalarında, iş yaşamında ve yaşamın birçok başka alanında ahlaki bir pusula olduğu gibi devletler arası ilişkilerde de önemli bir pusuladır.
Uluslararası ilişkiler etiği, devletler arasındaki ilişkilerde, davranış normlarını belirler ve uluslararası ilişkilerin ayrılmaz parçasıdır.
Elbette, konunun uluslararası ilişkiler yönü, mesleki uzmanlık alanımın ötesinde.
Bir şehir plancısı, bir Kıbrıslı olarak büyüteçle bakma gereği hissettiğim yine bir gelişme oldu son günlerde.
Mesele etik, ahlak, hukuk gibi önemli normlarla yakından ilişkili. Aslında daha önemlisi bu ada yarısındaki irade, dirayet, liyakat meseleleri ile de doğrudan ilişkili!
Ne demişti Süleyman Demirel, “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz”
Birileri mesele etmiyor belli ki, oysa meseleler orada duruyordu. Mesele şehircilik alanında!
Şehircilik alanında Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC hükümetlerinin arasında imzalanan “Mutabakat Zaptı” yani iki taraf arasında, her bir tarafın gereksinimleri ve sorumlulukları da dâhil olmak üzere bir anlaşmanın koşullarını ve ayrıntılarını ana hatlarıyla belirten bir anlaşmadan söz ediyorum.
Lefkoşa‘da bir otelde Kasım başı gerçekleştirilen imza töreninde Türkiye ile KKTC arasında “KKTC Ulusal Coğrafi Veri Altyapısının Kurulmasına İlişkin Protokol”, “Çevre ve Şehircilik Alanlarında Bakanlar Bildirisi“, “KKTC 2024-2025 Tapu Eylem Planı” adlı 3 protokole imzalar atılmış.
Nasıl bir protokol imzalandı? Kapsamı ne? Ne murat ediliyor? Meçhul!
Basında yer aldı ama gündem olmadı. Oysa diğer birçok konudaki benzeri “Mutabakat Zaptları” yani ikili anlaşmalar gibi bu da ciddi sorunlara gebe!
Google sağ olsun, haberin peşine düşünce bazı bilgilerle karşılaşmak mümkün!
“Coğrafi Veri Altyapısının Kurulmasını”, “Sağlıklı kentleşmenin önündeki mevcut ve potansiyel sorunlara çözümler sunabilmek için güvenli ve yüksek kaliteli kentleşme hususunda tecrübe paylaşımını”, “Modern ve çağdaş sosyal konut projeleri kapsamında, sosyal konut uygulamasının yaygınlaştırılmasını böylece vatandaşların konuta erişiminin mümkün kılınması için atılacak adımları” kapsıyormuş bu anlaşma.
Bu gibi anlaşmalarda “mütekabiliyet” esas olur genellikle. Karşılıklı olma durumu anlamına gelen diplomatik bir terim bu.
Devletlerarası ilişkilerde maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme ilkesini tanımlar.
Birbirini diplomatik olarak “tanıyan”, ölçekleri birbirinden çok farklı olan, aralarında büyük sosyal ve ekonomik farklar bulunan bu “eşit egemen devlet” iki devlet arasında nasıl bir mütekabiliyet olacak?
Ülkeler arası diplomatik ilişkilerdeki etik normlar ne oranda geçerli? MEÇHUL!
“Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durmasının” hedeflendiği belirtiliyor da iç işlerinde bağımsızlık ve dış müdahaleden korunmuşluk, adil ve eşit muamele, dürüstlük ve iyi niyet gibi kritik öneme sahip devletlerarası yerleşik etik normlar ne orada geçerli bu anlaşmalarda?
Gelelim anlaşmanın, Google’dan erişebildiğim bilgilere dayalı kapsamına;
Coğrafi Veri Altyapısı kurulacakmış!
Bu ülkede coğrafi bilgi sisteminin kurulmasına yönelik girişimler neredeyse 25- 30 yıl önceye dayanıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti e-devlet projesi, Çukurova Üniversitesi geçmiş yıllara uzanan Coğrafi Bilgi Sistemi proje destek ortakları.
Bugüne kadar bu konuda buralarda gereğini yapmayanlar şimdi bunun yapılmasını bir başka ülkeye havale ediyorlar.
Öyle anlaşılıyor ki, balık yine başkası tarafından tutulacak ve bize verilecek! Tapu ve kadastro sistemi nasıl içinden çıkılmaz hale gelmiş durumdaysa, bu konuda da aynı olumsuzlukların yaşanması çok büyük bir olasılık!
Yanılmayı çok istiyorum. Ancak geçmişten bugüne kadar yaşanan deneyimler hep acı sonuçlara yol açtı.
Kıbrıs Türklerinin kurumları sanki yıllar öncesine dayanan bir proje dahilinde işlevsiz hale getiriliyor, yavaş yavaş.
Önce, Sanayi Holding, turizm İşletmeleri, Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın kapatılmış olması, Karayolları Dairesi, Su İşleri Dairesi, Devlet Planlama Örgütü‘nün işlevsiz ve etkisiz duruma gelmesi birer rastlantı ya da Kıbrıslı Türklerin “beceriksizliği” ile açıklanamaz.
Telefon Dairesi, Kıb-tek ve benzeri stratejik rolü olan kurumlara sıra gelecek!
Gidişat onu gösteriyor! Şehir Planlama Dairesi, Çevre Koruma Dairesi, Eski Eserler Dairesi ise zaten rant ve rant çevreleri karşısında iyice edilgenleştirilmiş durumda.
“Yüksek kaliteli kentleşme hususunda tecrübe paylaşımını“ amaçlanıyor anlaşmada. Oysa, “Kelin merhemi olsa kendi kafasına sürerdi” diye bir söz var!
Şehircilik alanında, Türkiye kentlerinin durumu ortada! İnşaata dayalı, bilimsel akıldan yoksun bir ekonomik yapıdan medet umularak 22 yılda gelinen nokta ortada!
TOKİZEDE durumda tüm kentler. Ormanlar, eski eser alanları, doğal alanlar, kıyılar talan ediliyor. Kentler hala deprem dâhil afetlere dayanıksız durumda.
6 Şubat Maraş depremin sonuçları ortada!
Hiç ilgileri olmamasına karşın bizim 35 canımız, çocuklarımız da kurban oldu o depreme dayanıksız kentleri üreten şehircilik sisteminin! Betona, asfalta boğulmuş durumda her yer, üstelik de tehlikeli zeminler üzerinde!
Haa tabii! e-devlet, coğrafi bilgi sistemlerinin dayalı plan üretimi yaygınlaşmış durumda!
Öte yandan madalyonun öteki yüzündeki duruma göre üretilen planların niteliği ise tartışmalı! Gerçek şu ki, Türkiye hatalarından çok dersler çıkarabileceğimiz, bunlardan öğrenebileceğimiz iyi bir örnek.
Elbette başarılı uygulama örnekleri, çok yüksek nitelikli, derin bilgi ve uluslararası deneyime de sahip bilim ve meslek insanları vardır!
Bunların bilgi ve deneyiminden gerektikçe mutlaka yararlanılmalıdır!
Lakin, ölçeği, ekonomik, sosyal ve siyasal koşulları, sancılı yapısı daha da önemlisi, hukuk ve planlama sistemi, planlama mevzuatı, uygulama pratiği o kadar farklı ki, çağın gerektirdiği başarılı planlama uygulamaları için örnek alabileceğimiz bir ülke değil Türkiye.
Yüzümüzü, ölçeği, hukuk ve planlama sistemi benzer olan Avrupa’nın ada ülkelerine dönmemiz şart. Malta, İrlanda, İngiltere, Güney Kıbrıs gibi.
Aslında asıl mesele dirayet, liyakat, irade yokluğu!