O da Yazmasaydı!
Ali Kişmir arkadaşımızın, 2020 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine, Türkiye yetkililerinin askeri bir tesiste yaptıkları toplantı ile nasıl müdahale ettiklerini yazdığı bir yazı ile ortaya çıkarması, Ankara’dakileri çok korkutmuştur ki, on yıl hapis ve tutuklu yargılama talebi ile mahkeme önüne çıkarılmaktadır.
Bir toplumun siyasi iradesine müdahale gibi çok önemli bir demokrasi tecavüzü hakkında, askeri bir tesiste toplantı düzenleyenlerin değil de bunu ortaya çıkarıp, toplumun bilgisine getirenin mahkemeye çıkarılması, gerçekten üzerinde durulması gereken bir olaydır.
Üstelik dava açan makamın başında oturan generalin Türkiyeli olması ve anayasamızın geçici onuncu maddesi gereği askeri kurumumuzun doğrudan Ankara’ya bağlı olması, davayı açanın Ankara hükümeti olduğunu açık açık göstermektedir.
Kısacası bu dava Ankara’nın Kıbrıslı Türklere açtığı ve Kıbrıslı Türkleri susturup, sindirmeyi hedefleyen bir girişim olarak değerlendirilmelidir.
Geçmişte, Ankara hükümetlerinin, Kıbrıslı Türklere yönelik politikalarını eleştirenlerin, faili meçhul cinayetlere kurban edildiklerini, baskılar sonucu adayı terk etmek zorunda kaldıklarını veya “Rumcu, hain ilan” edilerek marjinalleştirildiklerini yaşayarak gördük.
Fazıl Önder, Ahmet Yahya, Ayhan Hikmet, Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu, Kutlu Adalı cinayetle susturulurken, Doktor İhsan Ali karalama politikaları ile toplumun dışına itilmiştir.
Ankara’nın Kıbrıslı Türkleri siyasi rehine olarak kullanıp, adayı ele geçirme politikaları sonucu onlarca yurtsever insanımız adayı terk etmek zorunda kalmıştır.
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortak vatanda birlikte yaşama talebi, Türkiye’nin izlediği kolonicilik siyasetine yönelik en büyük tehdittir.
Bu çerçevede Kıbrıs Türk liderliğine, Ankara’nın istediği kukla bir yöneticiyi göstermelik seçimlerle atamak için iradeye müdahale etmek, yıllardan beri Türkiye’nin izlediği resmi Kıbrıs siyasetini oluşturmaktadır.
Bu siyasetin karşısında olmak, asimilasyona, entegrasyona ve kolonicilik politikalarına karşı olmak, kısacası birleşik özgür bir Kıbrıs istemek, Ankara’ya göre suçtur. Ali Kişmir yazdığı yazı ile Ankara’ya göre suç işlemiştir ve en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Ali Kişmir geçmişte yaşamış olsaydı, çoktan faili meçhul cinayet kurbanı olabilirdi veya baskı ile yurtdışına kaçması sağlanabilirdi.
Tüm bunların yanında Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa mitingindeki açık çağrısı ile 22 Ocak, 2018 de Afrika Gazetesi ve yazarlarına yönelik linç girişimi ile karşı karşıya kalabilirdi.
Şimdilik, on yıl ve tutuklu yargılanma amacıyla ağır ceza mahkemesinde yargılanması için bir yıla yakın bir süre mahkemeye götürülüp, getirilmektedir.
Tüm bu siyasi baskılar yapılırken ve Ali Kişmir mahkemeye çıkarılırken, yanında olanların hep aynı kişiler olması, memlekette demokrasi insan hakları savunucusu kesilen örgütlerin, olayı uzaktan seyretmesi, geçen yıl Bağımsızlık Yolu partimizin öncülüğünde yapılan imza kampanyasına örgüt temsilcilerinin isteksizliği, Ankara ve Tayyip korkusunun bir eseri olsa gerektir.
Son günlerde bir yıldan beri devam eden duyarsızlık ve nemelazımcılığın yerini Ali Kişmir’e dayanışmanın alması, sevindirici olmakla birlikte, geçen yıl kampanyaya son anda imza koyan bir örgüt yetkilimizin “O da yazmasaydı” demesini hala daha unutmadığımı vurgulamak isterim.
“O da yazmasaydı, o da yapmasaydı” sözü sadece Ali Kişmir için söylenmemiştir.
Kıbrıs’ın birleşmesi, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin kardeşliğini, barışı, dostluğu, ortak vatanı, kendi kendimizi yönetme, adamızın işgalden kurtulması için mücadele eden tüm yurtseverlerin yaptıklarını beğenmeyip, kendini gizleyerek işgalciye satan rejimden beslenenlerin aramızda var olduğunu göstermektedir.
Her şeye rağmen özgürlük mücadelemiz devam etmektedir. Ali Kişmir’in davaya konu olan yazısının her kelimesine, her cümlesine katılır, Kıbrıs Türk toplumunun hakkını savunmak için cesurca öne çıkan Ali Kişmir’i saygı ile selamlarım.