Küheylanı neyle beslersin?
Neredeyse günü gününe on bir yıl önceki yazımı yayınlamak, sizlerle de paylaşmak istedim.
Basın Tarihi’nde planım, 25 yıl önceki 28 Şubat’tan yola devam etmekti… Ancak, hayat planlara göre ilerlemiyor genellikle.
Geçen gün, on küsur yıl önceki köşe yazılarıma göz atarken, büyük bir sürprizle karşılaştım…
Sabah Gazetesi’ndeki Prizma Köşesi’nde yazımın başlığı “Kırk yılı geride mi bırakmışım?” idi…
Baktım Basın Tarihi için tam bir ara bilanço…
Ara bilanço diyorum, çünkü o yazıyı yazdıktan sonra da on bir yıl geçti…
***
Eski yazımla karşılaşmamı “büyük bir sürpriz” olarak nitelememin nedeni basın tarihindeki kişisel yolculuğumun 40 yıllık kısa bir tarihçesi olmasından değildi…
Yazının içinde bir de 17 yaşında köklü edebiyat dergilerimizden Yeditepe’de yayınlanan bir şiirimin de olmasıydı…
Bu karşılaşmadan heyecan duyunca, neredeyse günü gününe on bir yıl önceki yazımı yayınlamak, sizlerle de paylaşmak istedim.
***
“Kırk yılı geride mi bırakmışım?
Geçen haftanın en büyük sürprizini bana bir okurum yaptı. Postacının getirdiği zarftan, bundan tam on üç yıl önce yayınlanmış bir yazımınkupürü çıktı.
Ama…
On üç yıl önceki o köşe yazısının yayınladığı sütunun ardında da otuz yıl vardı. Kendimi, Yunus Emre’nin mısraını mırıldanarak zamanın içinde yolculuk eden bir uzay filmi kahramanı gibi hissediverdim:
‘Bir ben vardır bende benden içeri.’
***
Sevgili okurumun sarsıcı bir sürpriz yaparak yolladığı 7 Mart 1998 tarihli yazım ‘Sabah’ta on birinci yıl…’ başlığını taşımakta…
Yazı şöyle başlıyor:
‘Sabah Gazetesi’nde ilk yazım 6 Mart 1988 yılında çıkmış. Demek ki, bugün on birinci yılın ilk günü…’
***
O yazıya, Sabah’ta çıkan ‘hem de sıcak bir merhaba’ başlıklı ilk yazının sonunu da almışım:
‘Ancak, her elveda, yeni sıcak bir merhabanın anasıdır…
Umutsuz iki adım, az sonra umuda dönüşür…
Suskunluk, konuşmaya… Pörsüklük, enerjiye… Boş vermişlik, özene… Keder, sevince…
Ve ‘son anlar’, ‘ilk anlar’a…
Bu, sabahın ilk ışıklarıyla yazılan bir ‘ilk an’ yazısıdır.
Elvedanın, sıcak bir merhabayı doğurduğu an…
Merhaba…
Hem de sıcak bir merhaba.’
***
Ama o yazının beni en etkileyen bölümü ise şurası oldu:
‘Sabah’ta on birinci yılın kapısını aralarken, matbuatta ilk imzamın çıktığından bu yana da ‘otuz yıl’ geçmiş olduğunu anımsadım.
Ya Alpay Kabacalı’nın çıkardığı ‘Gerçekler Postası’ idi ya da Ankara’da bir iki sayı yayınlanan ‘Proleter’ adlı dergi…
O ‘ilk imzanın’ yayınlandığı dergiler elimde yok.
Ama Bekir Yenigün geçenlerde, Ekim 1970 tarihli bir Yeditepe Dergisi gönderdi.
O sırada 17 yaşındayım ve yayınlanan şiirimin adı da Gerçek:
Yıldızları su yaptım
İçiyorum
Bulutları hırka yaptım
Giyiyorum
Güneşi yürek yaptım
Yanıyorum
Hayatı masal yaptım
Yaşıyorum.
İlk dizi yazılarımın yayınladığı Cumhuriyet, daha sonra yurtdışından kısa bir süre yazılar yazdığım Hürriyet…
Ardından gene Cumhuriyet…
Güneş, Söz ve Sabah…’
Tabii buna şimdi bir de dört yıldır gün sektirmeden her gün yazdığım Star’ı eklemek gerek…
Doğrusu açtığım o küçücük zarfın içinden çıkan o geniş zaman dilimi bir anda böyle hem geriye hem de ileriye doğru hareketlenince irkildim.
***
Matbuat ile ilgim ve anılarım tabii ki ‘ilk imza’ ile başlamıyor…
Bir de çocukluk anılarım var.
Geçenlerde Ref’i Cevat Ulunay’dan söz edeyim deyince, zamanın salıncağı beni elli yıl geri götürüverdi…
Ref’i Cevat Ulunay’ın Yunus’daki çiftliğine, oradan Refik Halit Karay’a savruldum…
Bir de o anıların Yusuf Ziya Ortaç’ları, Doğan Nadi’leri var…
Kimleri yok ki zaten?
Geçmiş zamana bakarak irkilmek son zamanlarda aşinalık olmaya başladı…
***
Bana gerçekten de geçen haftanın en büyük sürprizini yapan o sevgili okurumun gönderdiği zarftan çıkan on yedi yaş şiirinde;
‘Hayatı masal yaptım
Yaşıyorum’ diye yazmışım…
Hâlbuki şimdilerde zamanın biteviye salınan pandülüne bakarak Yunus Emre’nin mısraını mırıldanıyorum:
‘Bir ben vardır bende benden içeri.’
***
Gerçekten ilk imzamdan bu yana kırk yılı aşan bir zaman mı geçmiş?
Kırk yıl…
Bugünden ileriye baktığında zaman, biteviye salınan bir pandül, bugünden geriye baktığında ise kırk yılı göz açıp kapayana kadar geçiveren sihirli bir küheylan.
Ve ben, o küheylanı her gün bir yazıyla beslemişim.
Yaşamak böyle bir şey herhalde, hepimiz kendi ‘küheylanımızı’kendimizden bir şeyler vererek besliyoruz.
O da bizi, çocukluktan yaşlılığa, tek adımda kırk yılı aşarak taşıyıveriyor.’’
***
Bu yazının üstünden de on bir yıl geçti.
Olaylarla, maceralarla, sevinçlerle ve acılarla geçen on bir yıl.
Zaman geçiyor hepimiz için.
Geçen zamandan geriye, senin o zamanın içinde nasıl durduğun kalıyor.