Olmayacak bir şey oldu, Aydın Engin ölüverdi
Aydın Engin’in yaşamı yakın dönem basın tarihinin bir özeti gibidir.
Basın Tarihi, bazen aynı ray üzerinde birbirlerine doğru hızla gelen iki tren arasında zamanın parçalanmasına neden oluyor…
Bir yanda geçmişin treni, bir yanda yaşanan anın treni…
Bu hafta da geçmiş trenlerden bugüne gelmek üzere plan yapmıştım…
Yaşanmakta olan anın rayında giden trenin altında kaldım…
***
Ta Devr-i Süleyman’dan beri aşinası olduğum…
O ilgisiz kalamayacağınız ses tonu…
O ses tonunun hakkını vererek aceleye getirmeden konuştuğu Türkçesi…
Sorgulayıcı hınzır muhataplığı…
Ve ilk ağızda rastladığınız ciddiyetin altında hep aynı soruyu düşündürten canlı mizah anlayışı:
Hayatı ciddiye almak mı lazım, yoksa her şey bir oyun mu?
Belki de çilenin her türlüsünün hedefi olunca ne ciddidir ne de oyun…
Ya da…
Hem ciddidir hem de oyun…
***
Ama ölüm…
Hayata karşı soruları manasız kılan ölüm…
Evet ölüm…
Ama ölüm…
***
Olmayacak bir şey oldu, Aydın Engin ölüverdi…
Hiç ölmeyecek sandığım Aydın Engin öldü…
Hem de ciddiye alıp çözemediği bel fıtığının yanında muhtemelen oyun olarak baktığı safra kesesi ameliyatından…
***
En son yüz yüze yarenliğimiz, İstanbul’daki bir toplantıda oldu…
O toplantıdan birkaç ay sonra telefonum çaldı…
Açtım, diriliği hiç tozlanmayan sesiyle Aydın Engin…
Kıdeminden ve yaşından soyunmuş, mesleğe yeni adım atmış bir muhabir heyecanı ve merakı ile “Devlet emrindeki katiller” yazımdaki Susurluk Belgelerini soruyor…
Bir kez daha anladım ki konu gazetecilik olunca ciddiyeti hep esas duruşta…
***
İki yıl önce de babamın ölüm yıldönümünün P24’teki anma toplantısındaydık…
Babamın romanlarından bölümler okuyarak kendisini andık.
Büyük Gözaltı’ndan bir bölümü Aydın Engin okudu…
Ve o anma toplantısında Büyük Gözaltı romanının 12 Mart çilehanelerinde nasıl doğduğunu anlattı…
Kitapla ilgili bilmediğim şeyleri öğrendim…
Babam onun “Çetin Abi’si”ydi, sonra o herkesin “Aydın Abi’si’’ oldu….
Abi’den Abi’ye çile sürüp gitti…
***
En son, 15 Temmuz sonrası iki polisin arasında gözaltına götürülürken ki hâli gözümün önünde…
Polislere kendi yaşına hürmeten yavaş yürümelerini söylemesi hâlâ kulaklarımda…
Serbest bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamada “Ben kıdemli bir basın sanığıyım.
Hayatımda bu kadar ahlaksız bir dosya görmedim. Saçma demiyorum, ahlaksız diyorum,” demişti…
Cümlesi, dönemi anlatan atasözüne döndü…
***
O günlerde, 15 Temmuz yargısının hukuksuz orağı herkesi biçerken, askerî vesayetçiler, ulusalcı faşistler, kripto Ergenekoncular susuyor, hatta alkış tutuyorlardı…
Onlara göre 15 Temmuz’a kadar olan her şey “kumpas”, sonrasındakiler ise olağandı…
Bunun tersini söylemeye gayret edecek olanlara karşı da azgın ve utanmaz bir saldırganlıkları vardı…
Hâlâ da öyleler…
***
O zevata göre “15Temmuz mağduru” yoktu…
Aydın Engin’in muhteşem cesaretini o zaman bir kez daha gördüm…
Bu ahlaksız ve utanmaz siyasal zevzekliğe pabuç bırakmadan dava dosyaları üzerinden korkusuzca tavır aldı…
Bütün duruşmalarda hep yanımızdaydı…
Sanatçı kimliği hukuk fakültesini bitirmesine engel olsa da hukuk formasyonu ile 15 Temmuz yargısının akıl almaz yüzsüzlüğünü sergileyip durdu…
Günlük çurçurlukların zırıltılarından ziyade, kalıcı duruşların rüzgârlarıyla yürümek…
Son aradığında bütün bunları kendisine minnettarlığımı da ekleyerek tekrarlamıştım…
***
Aslında Aydın Engin’in yaşamı yakın dönem basın tarihinin bir özeti gibidir.
Yazı ve düşünce hep zulmün hedefi oldu:
“1969’da tiyatroculuğu bırakarak gazeteciliğe başladı.
Haftalık Yeni Ortam dergisinde Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı.
12 Mart Darbesi sırasında tutuklandı.
Salıverildikten sonra artık günlük bir gazeteye dönüşen Yeni Ortam’da Yazı İşleri Müdürü oldu ve aynı gazetede köşe yazarlığı yaptı.
12 Mart sonrasında kurulan ilk sosyalist parti olan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin kurucuları arasına katıldı.
1974 yılında eşi Oya Baydar ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile “İlke” dergisini kurdu.
1976’da “Politika” gazetesinin Genel Yayın Müdürü oldu.
Bu gazetede “Tırmık” adlı köşesinde, köşe yazıları yazmaya başladı; yazılarından dolayı hakkında birçok dava açıldı.
1980’de tutuklu olduğu sırada bir başka davadan ötürü yedi buçuk yıl hapse mahkûm oldu ancak bir yanlışlık sonucu tahliye edilince Haziran 1980’de yurt dışına gitti.
12 Eylül Darbesi’nden sonra 12 yıl boyunca yurda dönemedi; yaşamını siyasi mülteci olarak Almanya’da sürdürdü.
Bu arada sürmekte olan davaların sonuçlanması nedeniyle gıyabında ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
1991’de çıkan kısmi aftan yararlanarak Türkiye’ye döndü; kısa süre Sağmalcılar Cezaevi’nde hapis yattı.”
***
Günlük hayatta pek beraber olmasak da…
Aydın Engin Almanya dönemi de dahil hep yaşamımın içinde olan biriydi…
O bizim yaşamlarımıza tanıklık ederken biz de onunkinin tanığıydık…
Ölüm hep sarsıcıdır…
Aydın Engin ölümü daha da sarsıcı oldu…
***
Hayatı ciddiye almak mı lazım, yoksa her şey bir oyun mu?
Belki de çilenin her türlüsünün hedefi olunca ne ciddidir ne de oyun…
Ya da…
Hem ciddidir hem de oyun….
Ama ölüm…
Hayata karşı soruları manasız kılan ölüm…
Ama ölüm…
Ama ölüm…