Köşe Yazarlarımız

“Ankaralılaşmak”, “Denktaşlaşmak”…






Dileriz cehennemin kapıları kapanır ve bu ülkeye, yüz yıldır hasret kaldığımız, AB standartlarında gerçek bir demokrasi gelir…

Basın tarihini yazmak için geçmişte ocak aylarında neler olmuş diye bakarken kendi köşe yazarlık serüvenimde de bu ayın özel bir yere sahip olduğunu fark ettim… Olay benim açımdan kişisel olsa da “basın-siyaset” ilişkileri açısından Türkiye için ne yazık ki her zaman geçerli olan genel bir örnek.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın başyazarı olduğum Star gazetesi Genel Yayın Müdürü’nü arayıp, “atılmamı” istediği yazı, 13 Ocak 2011 tarihinde yayımlanmış.

Başbakan ile genel yayın müdürünün arasındaki konuşmadan ancak yıllar sonra, konuşma bandı internete düşünce haberdar oldum… Binlerce kişi tarafından dinlenen bu konuşma bandı hâlâ aranınca bulunmakta.

***

“İslam Dünyası Kendine Yeter mi?” başlıklı o yazıda Başbakan Erdoğan’ın İslam ülkelerini kastederek, “İslam dünyasının ekonomideki ağırlığı yüzde 30’u buluyor, biz bize yeteriz” demesini şöyle eleştirmişim:

“Başbakan’ın, ‘biz bize yeteriz’ kanaatinin temelini oluşturan, ‘İslam dünyasının ekonomideki ağırlığı yüzde 30’u buluyor’ tespitinin nereden kaynaklandığını tam bilemedim…

Çünkü…

İstanbul’da yapılan son İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısında, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 22’sini oluşturan İslam ülkelerinin 2009 yılı itibarıyla dünya üretiminden aldıkları payın sadece yüzde 7 civarında olduğu altı çizilerek vurgulanmıştı…

Nüfus, dünya nüfusunun yüzde 22’si…
Ama üretim dünya üretiminin sadece ve sadece yüzde 7’si…”

***

Bu olaylı yazıdan bir yıl sonra, 16 Ocak 2012 tarihinde bir muhabir arkadaşımız bana sormuş:

“AKP hükümetini destekleyen liberallerin ve aydınların son dönemlerde eleştirileri yükseliyor. Neden şimdi eleştiri?

–Bu eleştiriler önceden de vardı. Yani söylediklerimi söylemeye devam ediyorum. Türkiye’de şöyle bir gariplik var; insanları partilerle yahut siyasetçilerle bağlantılı değerlendiriyorlar. Savunduğum ilkelere yakın olduğu vakit, icraatları alkışlıyoruz. Ondan uzaklaştığında da eleştiriyoruz.

Star gazetesinde yazılarınız azaldı. Bunun nedeni eleştirileriniz mi?

–Bana ilanlardan dolayı olduğu söylendi. Ama tabii ki nihayetinde fiili olarak azaltıldı. Ben yazıları kendi inisiyatifimle indirmedim. Yazılarımın 5’e indirileceği söylendi.”

***

Ve daha sonra sorulan, “Türkiye’de vesayet el mi değiştirdi? Yani vesayet, TSK-AKP-Gülen cemaati arasında mı’’ sorusuna da şöyle cevap vermişim:

“Türkiye’deki vesayet sona erdi denilemez, çünkü mevzuat olduğu gibi duruyor. Yani konjonktürel, geçici bir mevzi farklılaşması Türkiye’de mevcut vesayetlerin sona geldiği anlamına gelmiyor. Türkiye’de sadece askeri vesayet yok, siyasi vesayet de var. Onun için ben bu meselelere güç dengeleri açısından değil, rejimin dönüşmesi açısından bakıyorum. Rejim dönüşmedi ve dönüşmekten de uzak”

11 yıl önceki, “Türkiye’de sadece askeri vesayet yok, siyasi vesayet de var” sözüm, gazeteyle olan sıkıntılı ilişkinin de sonunu getirmiş…

Röportajın ertesinde yazdığım, “Denktaşlaşmak” yazısı yayımlanmamış.

Ben de istifa etmişim.

***

Yayımlanmayan yazımı bir gün sonra 19 Ocak 2011 tarihinde Hasan Cemal, o zaman yazdığı Milliyet gazetesinde, “‘Yeni Türkiye’ derken kastedilen bu muydu?” başlığıyla yayımladı:

“Dün Denktaş’ın cenaze törenini izlerken daha sonra epey yaygınlaşan, ‘Ankaralılaşmak’ sözcüğünü ilk kullandığım zamanı hatırladım. Rauf Denktaş’ın defnedilme sürecinin çoğu mecrada Özel Harp güzellemesine döndüğünü, ‘çözümsüzlük çözümdür’ siyasetinin feraset olarak sunulduğunu görünce, acaba siyasal jargonumuza, ‘Ankaralılaşmak’ın yanı sıra bir de, ‘Denktaşlaşmak’ kelimesini mi eklesek diye düşündüm…’’

***

Köşe yazarlığımın kesintiye uğradığı 2012 sonrasında olanlar malum…

17-25 Aralık 2013 ise tam bir dönemeç…

Hesap verilmesi gereken bir “yolsuzluk” diyenler, 15 Temmuz ertesinde Silivri’ye yollanırken, “kumpas” diyenler yandaş sınıfına dâhil edildi.

***

O yayımlanmayan yazımdan bu yana 11 yıl geçti. “Sivil vesayet” sürecinin nerelere geldiği ortada.

Benim ilgimi çeken ise şimdi sansürü sadece siyasal iktidarın değil, “muhalif” olduğunu iddia eden kimi mecraların da uyguluyor olması.
Cumhuriyet, yüz yıldır “demokratikleşemeyince” Türkiye, “askeri” ve “sivil” vesayet arasında pinpon topuna döndü…

Otuz yıl önce cumhuriyetin demokratikleşme talebini içeren “2. Cumhuriyet”, işte bu felaketi önleme çabasıydı.

***

Yüz gün var seçime…

En büyük hedef ve amaç Kemal Kılıçdaroğlu’nun seslendirdiği şekliyle Cumhuriyetin ikinci yüzyılında “Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak”….

Dileriz öncelikle cehennemin kapıları kapanır, ardından da yüz yıldır hasret kaldığımız ve bu nedenle özünde pek bir şeyin değişmediği bu ülkeye AB standartlarında gerçek bir demokrasi gelir…









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu