Lideri Olmayan Sarayın Soytarısı Olurmuş

Röportaj dediler, kapıdan girdiler. Soru sordular, kapıdan kovuldular. Bu topraklarda hakikatin artık saraya girişi yasak.
Çünkü sarayın duvarları yalnızca alkış sesini geçirmeknan meşgul, eleştiriye, sorgulamaya, hesap sormaya kapalı.
Cumhurbaşkanı Tatar, bir gazetecinin mikrofonunda değil, halkın öfkesinde yankılanacak bir ayıba imza attı.
Soru neydi?
Halil Falyalı cinayeti.
Yani herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı o büyük karanlık.
Bu soruyu sormak “tetikçilik” sayıldı. Sarayın koridorlarında gazeteciler kovulurken, ülkede olanlar bir kez daha karanlık ile örtüldü.
Çünkü bu düzende artık tetikçiler parmaklarının ucunda kurşun değil, kelime taşıyan gazeteciler olarak görülüyor.
Adaya giren onca tetikçiye rağmen.
Tatar, sen bu toplumun değil, Ankara‘nın çıkarlarını koruyan bir kuklasın ve gölgede yaşamayı seçtin. O koltukta oturan kişi, toplum adına hesap vermeyi onur saymalıydı.
Tabi bunu atanmışlığını sana hatırlatarak yazmak isterim. Ama sen bir sorudan korktun. Bir mikrofon seni altüst etti. Çünkü sen hakikatin değil, hazırlıklı bültenlerin cumhurbaşkanısın.
Bilmediğin asıl olay? Asıl nezaketsizlik, halkın sırtına yüklediğiniz bu korkunç sistemdir. Suçlulara arka çıkan suskunluğunuz. Sorgusuz kalmış ölümler. Sorulmayan sorular. Ve cevap vermemek için çırpınan o kibirli sessizliğiniz.
Bu toplum artık sessizliğinizden bıkmış durumda, kısaca “gına geldi”
Bıkmış, yılmış bir topluma dönüşmüş olsak da asla unutmayacağımız bir tarih yazdın Tatar. Çünkü bu toplumun hafızasında “saraydan kovulan soru” diye bir yara açıldı artık.
Her mikrofon, her kalem, her yürek bu yarayı kanatacak ve unutmayacak. Ta ki, sarayın duvarları yıkılıp yerine halkın gerçek sesini yansıtan bir meydan kurulana kadar.
Sen bu halkın gözünde çoktan hükmünü kaybettin ve aslında hiç var olmamıştın Tatar. Unutma, halk bir gün sana sadece soru sormayacak. Hesap da soracak.
Ve o gün geldiğinde ne danışmanın olacak yanında ne de kaçabileceğin bir arka kapı