İşkence ve yargısız infazı kabul eden bakan
Metin Göktepe, ölen mahpusların cenazelerini izlemek üzere gittiğinde gözaltına alındı. İşkenceyle öldürüldü, cenazesi ertesi gün bulundu
Daha önce de vurguladığım gibi 90’lı yıllar çok çalkantılı yıllardı. Bugünü yaşarken geçmiş yılları “çalkantılı yıllar” diye tanımlamak biliyorum biraz tuhaf kaçıyor… Belki de “Türkiye’nin çalkantısız yılları hiç oldu mu?” diye sormak daha anlamlı.
***
1994 yılında DEP’li parlamenterler Meclis’te gözaltına alınmış, daha sonra parti 26 Haziran’da Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmıştı.
Düşünce o zaman da suçtu… Gazetecilere zulüm o gün de devam ediyordu… 1994 sonlarında cezaevlerinde bulunan “düşünce suçluları”nın sayısı 104’e yükselmişti. Bunların 65’i gazeteciydi.
***
1994 yılında artan huzursuzluk 1995 yılında da dolu dizgin devam etti.
Türkiye’nin kimyasını bozmak isteyen gizli irade gene görev başındaydı. İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde, Alevilerin gittiği bir kahvehane 12 Mart 1995 gecesi otomatik silâhlarla tarandı, bir kişi öldü. Daha sonraki günlerde çıkan olaylarda da 22 kişi daha öldü, 109 vatandaş ve 34 polis yaralandı.
***
1995 yılında, DYP-SHP iktidarında İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu, Türkiye’de işkence ve yargısız infazlar olduğunu resmen doğruladı. Bu bir ilkti.
Bugünlerde de Mehmet Eymür’ün işkence açıklamaları gündemde… Açıklamalarının toplamındaki mesajlardan ziyade belki de doğal olarak “işkence” konusu öne çıktı…
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kayıtlarına göre 1980-1994 arasındaki 14 yıl içinde 2.689 kişinin işkence altında yaşamını yitirdiği dönemdeki işkence, resmen bir bakan tarafından 1995’te kabul edilmişti…
İşkence 1980… İşkence 1994… İşkence 1995… Ve sonrası… En sonunda da… İşkence 2021…
***
1995’te bir cinayet işlendi… Yeni Günaydın Gazetesinin sahibi Bekir Kutmangil İstanbul’da öldürüldü… Sessizce geçiştirilen bir cinayet oldu…
Yeni Günaydın Gazetesi sahibi Bekir Kutmangil’i öldürmek suçundan 30 yıl ağır hapse mahkûm İbrahim Cici de 2001 yılında Eskişehir Özel Tip Cezaevi’nde öldü.
Resmî açıklamalara göre İbrahim Cici, cezaevinin villa tipi olarak adlandırılan dubleks odanın merdivenlerinden yuvarlanarak başını betona çarpmıştı. Fazla üzerine gidilmedi, çok konuşulmadı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Çalışma Raporuna göre ise, 1995 yılında 4 gazeteci öldürülmüş, 4 gazeteci kaçırılmış, 22 gazeteci tutuklanmış, 40 gazeteci gözaltına alınmış, 13 yayın organı kapatılmış ve 77 yayın organı da toplatılmıştı.
***
1996 yılı başladığında Türkiye huzursuzdu ama en çok da hapishaneler sancılıydı. 4 Ocak’ta Ümraniye Özel Tip Cezaevi’nde siyasi tutuklulara yönelik operasyonda Abdülmecid Seçkin, Orhan Özen, Rıza Boybaş, Gültekin Beyhan dövülerek öldürüldü.
Gazeteci Metin Göktepe, ölen mahpusların cenazelerini izlemek üzere gittiğinde gözaltına alındı. İşkenceyle öldürüldü, cenazesi ertesi gün bulundu.
***
Mayıs 1996’da dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar tarafından yayınlanan ve 6 Mayıs Genelgesi olarak anılan Hücre Tipi Cezaevlerini Açma Planına karşı, 26 Mayıs 1996’da sayıları 1500’ü bulan tutuklu süresiz açlık grevine başladı. Ölüm oruçları sonunda büyük bir katliamla sona erdirildi.
Aynı yıl Susurluk Skandalı patlak verdi. “3 Kasım 1996’da saat 19:25 sularında Balıkesir – Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu, devlet-polis-mafya ilişkileri” ortaya çıktı.
***
Susurluk bugün de gündemde… Bugün içinde bulunduğumuz durum, kurumlar ve medya açısından da olağanüstü bir kıyaslama imkânı veriyor…
Susurluk Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli skandallarından sayılırdı, Sedat Peker’in yalanlanmayan açıklamaları sonrasında da hâlâ öyle mi, şüphem var…
5 ton kokainin İzmir’de hangi adrese gittiğinin araştırılmadığı, bütün ayrıntılarının bilinmesine rağmen KKTC’deki Kutlu Adalı cinayetinin aydınlatılmadığı bir dönemden geçiyoruz…
Susurluk’u yaratan ur devletin içinden sökülüp atılamadı. Ve metastaz yaptı… Sonunda kokain kaçakçılığının savcılar tarafından soruşturulmadığı bugünlere geldik.
***
Yazıyı bitirirken, kıyaslama açısından Mehmet Eymür’ün “medyadaki istihbaratçılar” vurgusunu da anımsamak lazım…
1996’daki Susurluk Skandalı sırasında gazetelerde istihbaratçılar vardı… Bugün ise gazeteleri sanki istihbarat çıkarıyor… Fark bu…