1998 yılı azgın bir rodeo boğasına benziyordu…
Şimdi geriye dönüp baktığımızda 1998 yılı, üzerindeki sürücüyü sırtından atmaya çalışan azgın bir rodeo boğasına benziyordu…
Kanlı, vahşi, baskıcı bir yıl…
İnsan Hakları Derneği’nin raporuna göre 1998’de Türkiye’de faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin sayısı 192, yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölenlerin sayısı da 128’di.
Amerika Basın Özgürlüğü Örgütü, Türkiye’yi iletişim özgürlüğü yönünden en kötü dördüncü ülke olarak gösterdi.
***
Geçen haftaki yazımda, “Geçmişe hangi zaman aralığından bakalım ki sağlıklı bir değerlendirme mümkün olsun?
Epey zamandır basın tarihi ile haşır neşir olduğum için bu ölçünün çeyrek asır civarında olması gerektiğine olan inancım pekişmekte…
Basın tarihinde geldiğimiz 1998 yılını ve sonrasını yeniden değerlendirirken bu kanaatim güç kazandı…” diye yazmıştım.
Tarihsel bir skandala yol açan andıç olayının vahametini de 24 yıl sonra daha da iyi gördüm.
Basın tarihinin en utanç verici olaylarından biriydi.
O tarihsel skandalın hedefleri arasında ben de vardım. Bu nedenle sadece basın tarihinin değil, basın tarihinin bir parçası olan benim özel tarihimin de bir belgesidir bu…
***
Aradan epey zaman geçti, önce detaylarına girmeden “Andıç Skandalı”nı unutanlara, bilmeyenlere kısaca hatırlatmakta fayda var.
Andıç olayı neydi?
Arama motoru şöyle yazıyor:
“Andıç skandalı, 1998’de yakalanan PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Şemdin Sakık’ın soruşturma zaptına, yalan ifadeler eklenerek basına sızdırılmasıdır.
Bu ifadeler, 25 Nisan 1998 tarihinde Hürriyet ve Sabah gazetelerinde iki gün boyunca yayımlandı.”
Soruşturma zaptına yalan ifade ekle…
En büyük iki gazete üzerinden bu rezil algı operasyonunu kitlelere yay…
Buna da “vatanseverlik” de.
***
Bu rezillik kimin marifeti olabilir?
Buna cevap vermeden önce olayın gelişimini hatırlatayım…
– 20 Mart 1998: PKK’lı Şemdin Sakık ve kardeşi, Irak’ın kuzeyinde Mesut Barzani kuvvetlerine teslim oldu.
Bir ay geçmeden de…
– 13 Nisan 1998: PKK’nın iki numaralı adamı Şemdin Sakık ile kardeşi Arif Sakık, Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın operasyonuyla yakalanıp Türkiye’ye getirildi.
26 Nisan’da da “andıç skandalı” patlak verdi.
***
Olup biteni Ümit Alan’ın “Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı” adlı kitabından aktarayım:
“‘Senin askerliğin bitmez’ lafı herhalde askerde duyabileceğiniz en sinir bozucu şeydir.
Buradan gündelik hayata sızmışlığı da vardır. İçinde bulunduğu zor durumdan kısa vadede çıkması mümkün olmayanlara söylenir.
Konu Türk basını olunca bu askerlik 1990’lar boyunca hiç bitmedi.
Savaş meydanında insan hayatının değeri nasıl ucuzlaşıyorsa gazete manşetlerinde de öyle ucuzlaştı.
Bunun en net örneklerinden biri 1998’de PKK yöneticilerinden Şemdin Sakık’ın yakalanmasıyla yaşandı.
Bu durumu bir psikolojik harp stratejisiyle iki kere zafere dönüştürmek için Genelkurmay’da Çevik Bir ve Erol Özkasnak paşaların emriyle bir andıç hazırlandı.
Buna göre Şemdin Sakık’ın yakalandıktan sonraki ifadelerine eklemeler yapılacak ve basına servis edilecekti.
Peki, Genelkurmay ya da iktidar odağı diyelim böyle bir belgeyi servis eder, yayımlanacak, diye emir verirdi de Türk basını ne yapardı?
Bu sorunun cevabı basın tarihimiz boyunca pek değişmedi.
Basınımız böyle konularda elbette tekmilini verir, kısa künye okur ve emri aynen uygulardı. Nitekim 25-26 Nisan 1998 tarihli Hürriyet ve Sabah gazeteleri böyle bir belge ellerine ulaştığında bir gazetecinin yapması gerektiği gibi şüphelenmek yerine aynen yayımladılar.
Hürriyet‘in 25 Nisan 1998 tarihli manşeti ‘Dehşet İtiraflar’ şeklindeydi. ‘PKK’nin iki numaralı adamı Şemdin Sakık, örgütüyle Türkiye’deki bazı ihanet cephelerinin tüyler ürpertici ilişkilerini bir bir anlattı,’ diyerek bazı gazeteci, siyasetçi ve sivil toplumcuları alenen hedef gösteriyordu.”
***
Okura anımsatmak, 24 yıl sonra zamana not düşmek için hatırlayınca bile bu sefillik ağır geldi.
En iyisi haftaya devam edelim…