Köşe Yazarlarımız

Sulh Ceza Hakimliği | O mahkemeyi ve hâkimi anımsadıkça aklıma Kafka’nın Dava adlı romanı gelir…






29 Aralık 2021 tarihli “Yüksek Güvenlikli Notlar” başlıklı yazımın bir bölümü şöyleydi:

“Silivri Cezaevi’nde 21 ay boyunca aldığım notların tümünü Basın Tarihi içinde yayımladım.
Hatta kitap formatına getirdim.

Öyle ki henüz yayımlanmamış bu kitaba “Yüksek Güvenlikli Notlar” adını bile koyduk… Ama aradan zaman geçtikçe, aklıma o notlarda eksik kalan durumlar ve olaylar geliyor.

Hücrelere yapılan her ani baskında, küçük avludaki kanalizasyon kapağı etrafında yolunu şaşırarak boy gösteren yeşil birkaç otun postallarla ezilmesi, soğan yetiştirme girişiminin tehlikeli bulunması, bir gün aniden transistörlü radyoların toplanması gibi…

Veya altı silahlı jandarma eşliğinde ellerim kelepçeli Kuledibi Göz Hastanesine götürülmem…

Götüren yetkililerin yol üzerindeki fırından aldıkları ve bir lokma bile paylaşmadan yedikleri o simitlerin kokusu gibi…

Bunları da daha sonra yazmak için bir yana not ediyorum…”

***

Cuma günü 15 Temmuz’un 6. yıldönümüydü…

“Yüksek Güvenlikli Notlar”da beni inanılmaz suçlamalarla sabaha karşı tutuklayan Sulh Ceza Hakimliği’nden hiç söz etmediğimi fark ettim.

***

Halbuki o mahkemeyi ve o hakimi anımsadıkça aklıma, “bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş” bulan Josef K.’nın absürt durumunun anlatıldığı Kafka’nın Dava adlı romanı gelir…

Çünkü hakiminin davranışları da dahil, 22 Eylül 2016 tarihinde sabaha karşı İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’nde yaşananlar o romandan hiç de farklı değildi…

***

15 Temmuz üzerindeki karanlık, zamanla aydınlandıkça Sulh Ceza Hakimliklerinin kuruluş nedenleri de muhtemelen daha iyi anlaşılacak…

Sulh Ceza Hakimlikleri, Haziran 2014’te bir yasa değişikliği ile kuruldu. Ortaya tek kişilik garip mahkemeler çıktı… Aslında mahkeme de değil “hakimlik” olarak anılması da bu garipliği izaha yetiyor sanırım.

Kuruluşu ta baştan doğal hakim ilkesine aykırıydı. Ayrıca, Sulh Ceza Hakimliklerindeki itiraz usulü de görüntüden ibaretti…

Bu mahkemelerde, bir üst mahkemeye itiraz edilmemekte, bir sulh ceza hakimliğinin verdiği karara itiraz, onu takip eden bir sonraki numara ile anılan sulh ceza hakimliğine yapılabilmekteydi.

Yani itiraz bir hikâyeydi…

Gerçek hukuk devletinde yeri olmayan ucube tek kişilik mahkemeler ortaya çıkarıldı…

22 Eylül 2016 Gecesi Sulh Ceza Hakimliği denen tek kişilik mahkemenin ne olduğunu yaşayarak ben de görmüş oldum.

***

Sabaha karşı beni tutuklayan ve yazı yazmanın, fikir söylemenin çok tehlikeli olabileceğini de iddia eden o “hakim”, iki yıla kadar seçimin gelmekte olduğunu vurguladığımız o televizyon programındaki “Türkiye devleti içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen bir başka yapı da var. Onun ne zaman torbadan elini çıkaracağı, nasıl elini çıkaracağı belli değil” cümlem nedeniyle benim askeri darbe ortamının var olduğunu ifade ettiğimi iddia etti…

Sonra da “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğime dair kuvvetli suç şüphesinin var olduğu” kanaatine vardı…

***

Duruşmalar sırasında yaptığım savunmada, Sarıyer’de bir ev baskınındaki polis cinayetinde kurşun çekirdeğinin kaybedildiğini ama sonunda polis kaynaklarının ortaya çıkarmadığı mermi çekirdeğini, jandarmanın mahkemeye sunduğunu belirterek, bunun “devletin içindeki farklı yapılara” örnek olduğunu söylemiştim.

Ama karşımızda hukuk yoktu…

“Görevliler” vardı.

***

O tarihteki 10. Sulh Ceza Hakiminin “basın özgürlüğü” ile ilgili ilginç yaklaşımları da bulunuyordu. Bunları büyük bir özgüvenle karar zaptına da geçirdi:

“Her özgürlük gibi basın özürlüğü de sınırsız değildir. Bizzat Anayasa ve Basın Kanunu’nda basın özgürlüğünün sınırları belirlenmiştir. Basın özgürlüğü kamu yararını hedeflemelidir. Bu anlamda kamuoyunu ilgilendirmeyen, güncel olmayan, gerçeğe aykırı olan, kişisel kin ve intikam aracı olarak kullanılan, sansasyon amacına hizmet eden, kendisine rakip olan kişi ya da kurumları çökertmeye çalışan açıklamalar kamu yararına yönelik olmaz.”

***

O hakim şimdi nerede bilmiyorum…

Beni tutuklamasının da basın özgürlüğüne ait muhteşem yorumlarının da hukukla hiçbir alakası olmadığı ortaya çıktı…

Önce AYM Genel Kurulu…
Sonra AİHM…
Ardından Yargıtay…

15 Temmuz’u merak ediyoruz ya, hukuka taban tabana zıt kararlarla insanlara zulmeden bu Sulh Ceza Hakimlikleri kararlarına bakmak belki fazlasıyla yeterli olabilir…

***

Sulh Ceza Hakimliği hukuku yok sayarak adam tutuklamakla kalmıyordu. Dava açılıncaya kadar her ay güya dosya üzerinden “tutuk incelemesi” yapıyordu…

İnceleme filan söz konusu değildi. Aynı matbu kâğıtları sorumsuzca imzalayıp gönderiyorlardı.

Dava başlayıncaya kadar hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan otomatik olarak özgürlüğü kısıtlayan o kâğıtları imzalayan kişilerin adları dosyalarda duruyor…

***

Hukuku taca atarak insanları tutuklayan… Hukuk özenini yok sayarak matbu kâğıtlar üzerinden tutukluluğun devamını sağlayanlar… Sulh Ceza Hakimleri…

***

15 Temmuz zihniyeti, yazarları, çizerleri, gazetecileri, düşünce insanlarını “düşünceleri” nedeniyle “terörist, darbeci, örgüt üyesi” ilan edip zulmeden bir yapılanmayı ta 2014 yılından oluşturmuşa beziyor…

Sulh Ceza Hakimliği bu yönüyle Basın Tarihi açısından çok daha fazla üzerinde durulması gereken bir yapılanma…

“Yüksek Güvenlikli Notlar”da Sulh Ceza Hakimlerinin eksik kaldığını bu 15 Temmuz’da fark ettim…

Hiç olmazsa o eksikliği bir nebze gidermek istedim…









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu