Belgeli Ya Da Belgesiz Sahtelik
“Sahtelik” sadece bir kurumun tüzel veya yasal yükümlülüklerine aykırı olarak birilerinin çıkarına dolaşıma soktuğu bir belge üzerinden yapılmaz.
Sahtelik, normların ötesinde kendinde olmayanı kendinde göstermek yoluyla edinilen çakma statüyle de ilgilidir. Bunun bir belgeyle ilgisi yok, erdem ve etikle ilgisi var.
Haftalardır patlak veren “sahte diploma skandalı” üzerinden yapılan tartışmalara biraz mesafeli davranmak istemişsem de bir zaman içinde bulunduğum üniversitelerdeki deneyimlerim üzerinden birkaç söz söyleme hakkım var diye düşünüyorum.
Tekil statü odaklı kariyerist doyumsuzluğun varacağı yer kolaylaştırıcı ara çözümler elde etmenin yolunu bulmaktır. Aslında hiçbir statü müstakil değildir. Ne var ki neo-liberalizmin özellikle organik aydınların kanına girdiği en zayıf nokta da burasıdır.
Machiavellist düşüncenin mottosu olan “amaç için her yol mubahtır” anlayışı tek amacı kendi statü endişesini gidermek olan bireylerin “yükselme” yasasına dönüşmüştür.
Machiavelli tam olarak böyle bir tümce kullanmasa da “Prens” adlı kitabında odaklandığı düşünce sisteminden çıkar sanan bir deyimdir bu. “İnsanlar, kişisel menfaatler devreye girdiği zaman hainleşir” diyen yine Machiavelli’nin kendisidir.
Ontolojik kaygılar bir hakikat düşüncesi üzerinden karşılık bulmak yerine bireysel ereklerin şekillendirdiği yapay bir özdeşlik üzerinden karşılık buluyor. Böylece “oluş” veya “varoluş” eğilimi kendinden veya kendilik üzerinden değil ortam tarafından onanmış bir “özdeşlik” kişiliğine doğru eviriliyor.
Kendilerini özdeş gördükleri konumlara taşımak için ise elbette ki her yol mubah oluyor. Bunun bir saygınlık arayışından mı yoksa bastırılmış bir özgüven yetersizliğinden mi kaynaklanır anlamak zor ama sonunda ortaya çıkan koskoca bir yapay kişilikler sorunu var.
Böyle olunca yine Machiavelli’nin söylediğine geliyor mesele: “Her zaman iyi olmaya çalışan biri, iyi olmayan çok sayıda insanın arasında bir yıkıntı olmaya mahkûmdur”. İşte aslına yüzleşmek durumunda kaldığımız esas mesele de budur…
Üniversitelerde –aşırı uçlara kaçılmasa da– en azından hepsinde statü edinmeye yönelik bir kolaylaştırma işleminin yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Yükselme kriterlerinde oynama, parayla makale yayınlama, intihal vb. yöntemlerle akademik yükselme ve yüksek lisans, doktora derecesi elde etme olayları o kadar yaygındır ki…
Bütün bunların altında yatan bir yandan itibar açlığı diğer yandan da parasal kazanım hırsı akademik ortamın tüm etik değerlerini yok saymaya yetiyor.
Bilginin ve alan yetkinliğinin bir değer ölçütü olması yerine “ortada görünme” maharetinin ödüllendirilmesi ancak ve ancak vasatlığın hâkim olduğu toplumlarda karşılık bulur. Vasatlığın ve vasatların egemen olduğu bir toplum yapısında statü odaklı kariyer yapmanın toplumsal bir kurala dönüşmesi kaçınılmazdır.
Sahteliğin sadece belgelerde ortaya çıkması ve sahte personaların itibarlı bireyler olarak hala ortada dolanması oyunun bir parçasıdır aslında; çürümüşlüğün kendini aklama teşebbüsü de diyebiliriz buna…