Köşe Yazarlarımız

İŞKENCE FANTAZİLERİ VE SORUMLU GAZETECİLİK




Yurttaşı, gazetecileri ve sivil toplum örgütlerini, polisi sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayırma çabası gözle görülür şekilde devam ediyor.

Son yaşanan firari Alexsandr Satlaev olayında iyice ayyuka çıkan bu tehlikeli algı, onu yaratanlar tarafından bilinçli olarak gündemde tutuluyor.

Kovid-19 salgını sebebiyle içinden geçtiğimiz bu zor dönemde, sağlık ve ekonomi alanındaki yetersizliklerle boğuşan ve öfke biriktiren topluma, bir de durmadan bu algı pompalanıyor.

Toplumsal kaosun rahatlıkla ortaya çıkabileceği çok hassas bir dönemdeyiz.

Böylesi bir ortamda, toplumun ileri gelenlerinin, siyasilerinin, gazetecilerinin ve sivil toplum örgütlerinin, sağduyuyu elden bırakmaması, belki de her zamankinden daha önemli.

Hal böyleyken, firari Satlaev’in yakalanmasının ardından basına yansıyan fotoğraflar, bir çok soru işaretini de beraberinde getirdi.

Daha önce de, bir çok kez işkence ve kötü muamele iddialarıyla gündeme gelen polis, yine aynı iddiların odağına oturdu.

Bizzat operasyon sırasında çekilen fotoğraflar, bilinçli şekilde basına sızdırıldı.

Fotoğraflarda Satlaev’in, yakalandıktan ve etkisiz hale getirildikten sonra, işkence suçu sayılan ‘ters kelepçe’ ile kelepçelendiği ve 2 Özel Harekat polisinin de saçlarını çektiği görülüyor.

Fotoğraflar sosyal medyaya düştüğü anda da yurttaşlar, Satlaev üzerindeki inanılmaz işkence fantazilerini de bir bir ortaya saçmaya başlıyor.

“Bizim elimize verin” – “Az bile yaptınız” – “Polisimizin eline sağlık, acımayın” – “Polis şimdi onu içerde müslüman yapar” – “Kadınlara tecavüz etmişti, aynısını siz de yapın” – “Kısasa kısas en iyisidir”

Yorumları okumak gerçekten yürek istiyor.

Toplumdaki şiddet eğiliminin boyutlarını sadece bir olaydan bile anlamak mümkün oluyor.

Satlaev, eski bir polis müfettişi ve adi bir suçlu. Rusya’da sayısız kadına tecavüz etmiş, onlarca soygun suçu işlemiş. Ülkemize gelip bir kadının daha boğazını sıkarak çantasındaki parayı çalmış.
Bunların üzerine de cezaevinden firar edip, toplumsal tehlike yaratmış ve 4 gün boyunca tüm güvenlik güçlerini alarma geçirmiş.

Tüm bu sebeplerle, toplumun öfke nöbeti geçirmesi, belki bir yere kadar tanıdık ve olası gelebilir.

Ama tam da burada biz gazetecilere  büyük görev düşüyor.

Ne sosyal medyaya kusulan bu kin ve insanlık dışı yorumlara destek verilmesi ne de polisin bir işkence suçu işleyip işlemediğinin araştırılmasının önünde durulması gerekiyor.

Bizler, sorumlu gazetecilik anlayışımız gereği, polisin basına yansıyan fotoğraflarda herhangi bir suç unsuru olup olmadığının, yetkili makamlarca araştırılması talebinde bulunduk.

Sosyal medyadaki linç çağrılarını ise olması gerektiği şekilde geri püskürtmeye ve halkı bu kontrolsüz öfke nöbetinden çıkarmaya yönelik sağduyulu yayımlar yaptık.

Fakat bazı gazetecilerin, o nefret dilini kullanarak, farklı düşünen bizleri de hedef göstererek yaptıkları açıklamalara şahit olduk.

İşin en garip tarafı da, hepimizin mutlaka bir akrabasının, eşinin, dostunun, abisinin, kardeşinin görev yaptığı polis teşkilatını sevmeyen ve onu karalayanlar olarak suçlandık.

Bunun ne kadar boş bir çaba olduğunu anlatmaya bile gerek yok.

Hiç bir yurttaş, kendisinin ihtiyacı olduğu anda ‘imdat’ diyerek çağıracağı polis mensubundan nefret etmez.

Ama ne polis ne de devletin başka kurumlarında çalışan hiç bir görevli de eleştirilemez, yargılanamaz değildir.

Dolayısıyla bu konuyla ilgili yaptığımız eleştiriler ve şüphelerin giderilmesi çağrılarımız bakidir.

Topluma işkence fantazileri pompalayan gazetecilerin de, topluma bizzat verdikleri zararın, bir gün görülebilmesi ve engellenebilmesi çok önemlidir.









Başa dön tuşu