Köşe Yazarlarımız

İğneyi Kendimize, Çuvaldızı Tayyip’e




Din İşleri Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Değişiklik Yasası etrafında bir süreden beridir kopmakta olan fırtına, birçok eksene sahip olsa da temelde Kıbrıslı Türk halkının kendi kaderini tayin hakkı mücadelesidir.

Yasa’nın Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı bulunması, çeşitli yanlış veya kötü niyetli yorumlarla “Kur’an Kurslarını yasaklandı” şeklinde yoruma tabi tutuldu.

Kabul edelim ki Tayyip Erdoğan’ın hadsiz açıklaması öncesinde de birçok insan ve bazı örgütlerle basın kuruluşları, mahkeme kararını aynen bu şekilde yorumlamış, buna sevinenler olduğu kadar üzülenler de olmuştu.

Oysa şimdi herkes biliyor ki, Mahkeme kararı Kur’an kurslarını yasaklamakla değil, Din İşleri Dairesi’nin bu kursları düzenlemesi konusu ile ilgiliydi.

Davayı açan ve Tayyip Erdoğan tarafından “Rumcu” olmakla itham edilen sendika da, logosunda nal gibi bir kilitle Kıbrıs’ı Türkiye’ye kilitlemeyi savunan Hizmet-Sen isimli gerici sendikadır.

Kısacası mesele Kur’an kurslarını yasaklamak için değil; Talip Atalay ile Hizmet-Sen arasındaki bir dalaşmanın sonucunda, Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştır.

Tayyip Erdoğan’ın konunun aslına hakim olarak veya olmayarak bu konuyu Anayasa Mahkemesi’ne dil uzatan seviyesiz bir üslup ve haddi olmadan içeriğe müdahale eden bir şekilde gündeme getirmesi; halkımızın hemen her kesimi tarafından hoşnutsuzlukla karşılandı. Barolar Birliği ile Mahalli Barolarımızın bugün gerçekleşen eylemi de, bu hoşnutsuzluğun ifadesi oldu.

Kıbrıslı Türk halkı çok büyük bir mutabakat örneği göstererek, neredeyse tüm kesimleri ile Mahkemenin bağımsızlığına sahip çıktı.

Tayyip Erdoğan’ın bize azarlanacak çocuk gibi muamele etmesine, kurumlarımızın bağımsızlığına müdahale etmesine, Ankara’dan vereceği talimatlarla bizi kendine benzetmeye çalışmasına net ve kararlı bir tepki gösterildi.

Tayyip Erdoğan’a tepki gösterirken, üstünde fırtınalar kopan Din İşleri Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Değişiklik Yasası’nın geçmişini irdelemekte de fayda var.

Anayasa’ya aykırı olduğu mahkeme kararı ile tescilli bu Yasa, 2017 yılının Haziran ayında Meclis Komitesi’nden oy birliği ile geçti. Komite UBP, CTP ve DP’li vekillerden oluşuyordu.

Komite bu Yasa’yı görüşüp oylamadan önce Anayasa’ya aykırılık hususunda kendilerini uyaran bir toplumsal muhalefet de mevcuttu.

İçinde Bağımsızlık Yolu ve Baraka’nın da bulunduğu on iki örgüt, bu Yasa’ya karşı olduğunu Meclis önünde bir basın açıklamasıyla dile getirmişti.

Ama Meclis Genel Kurulu Yasa’yı Komite’den geldiği gibi hızlıca oyladı ve oyçokluğuyla  onaylayarak Cumhurbaşkanı Akıncı’ya gönderdi.

Sendika ve partilerden oluşan on iki örgüt Cumhurbaşkanı’ndan randevu istedi. Akıncı bu görüşmeye Cenevre hazırlıkları sebebiyle katılmadı.

Akıncı’nın Müsteşarı, Özel Kalem müdürü ve hukukçusu ile görüşen heyet, bu yasanın imzalamamasını, yeniden onaylanacağı Meclis’e de iade etmemesini ve Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesini talep etti. On iki örgüt görüşme sonrası şu açıklamayı yaptı:

Birlikte muhalefet ettiğimiz Yasanın hem toplumsal hem de Anayasal sakıncalarını öncelikle basınla ve kamuoyuyla paylaştık. Ardından Cumhurbaşkanı Müsteşarı, Özel Kalem Müdürü ve Hukukçusu ile bir toplantı gerçekleştirerek Cumhurbaşkanı’nın bu Yasaya onay vermemesini talep ettik. Görüşlerimizi detaylı bir şekilde yazılı olarak da ilettiğimiz toplantıyı, bizzat Cumhurbaşkanı ile yapmak arzusunda olduğumuzu, Cenevre hazırlıkları sebebiyle bizimle görüşmemesini doğru bulmadığımızı çünkü bu konunun en az Cenevre kadar hatta belki daha fazla geleceğimizi ilgilendirdiğini vurguladık.”

Ancak Yasa, Akıncı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmedi ve Meclis’e iade edildi. Bazı kişiler bu tutumu izah ederken, “Anayasa Mahkemesi’ne gönderilecek bir uygunsuzluk yoktu” diye izahatta bulunurken, bazı kişiler de “zaten yakında çözüm oluyor, bu yapay gündemlerle havayı bozmayalım” diye konuştu.

On iki örgüt ise şu açıklamayı yaptı:

Sayın Cumhurbaşkanı konuyu bizden farklı tezekkür etmiş olacak ki, meseleyi aydınlığa kavuşturmak üzere Anayasa Mahkemesi’ne sunmak yerine, zaten geldiği karanlığa göndermiş; Meclis’e iade etmiştir. Halkımızın geleceğini, insan haklarını, çocuk haklarını, laiklik prensibini, ülkeyi nasıl yönettiklerini gayet iyi bildiğimiz 26 kişinin vicdanına teslim etmiştir. Meclis’te 26 parmağın kaldırılmasıyla Yasanın aynen veya değiştirilerek kabul edilmesi halinde Cumhurbaşkanı’nın imzalamaktan başka seçeneği kalmayacaktır. Dolayısyla, dinsel gericiliğe çanak tutan, ülkemizi AKP’nin Türkiye’de yarattığı muhafazakar baskı ortamına sürükleyecek olan böylesi bir Yasanın vebali sadece Meclis’in ve işbirikçi hükümetin değil Cumhurbaşkanı’nın da boynundadır.”

Kısacası, Anayasa’ya aykırı olan bu Yasa, CTP tarafından komitede onaylanmış, o zamanki Cumhurbaşkanı Akıncı tarafından da geri geleceğini bile bile Meclis’e iade edilmiştir. Bunlar tarihsel gerçekler…

Olgulardan pek hoşlanmayan bir muhalefet anlayışımız var. Gerçekleri duymayı pek sevmiyoruz. Önümüze sürülen gündemleri hararetle tartışırken, bu gündemlerin şekilleniş biçimini ve gelecekte nereye dönüşebileceğini de değerlendirmeyi, gereksiz buluyoruz!

2017 yılının yaz aylarında, “Kıbrıs sorunu çözülüyor, Tayyip Erdoğan da buna destek veriyor” yanılsamasıyla takınılan “belayı satın alma” tutumunun sonuçları, bugün yaşadıklarımızın temelidir. Bu ülkenin muhalefetine ne zaman bir makam verilmişse, o makama oturulduğu anda mücadele sloganı olarak dile getirilen fikirler kenara itilmiştir.

Ama bundan daha vahimi, yapılan hatalar gün gibi açık ortaya çıktığı zaman ne bir özeleştiri yapılmış ne de sağlıklı bir eleştiri yapılabilmesine tahammül gösterilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya aykırı bulduğu bu Yasa, toplumsal muhalefetin çabasına rağmen; Akıncı’nın onayıyla geçti!

Tayyip Erdoğan’a ve onun mahkemelerimize yönelik haddini bilmez sözlerine itiraz ediyor olmamız, hatta birlikte itiraz ediyor olmamız; bu gerçekleri hasıraltı etmek için bir sebep olamaz! Aksine tarihsel gerçekleri bilmek, hatalardan ders almak, hata yapmakta ısrar edenleri tespit etmek; aynı hataları tekrar etmemek için şarttır.

Sayın Akıncı geçtiğimiz hafta çok doğru bir değerlendirmede bulunarak önemli bir noktaya işaret etti. Dedi ki “Altı ay önce seçimlerimize tüm kurumları ile her türlü imkanlarını kullanarak açıkça müdahale etmelerinin ne anlama geldiğini artık hala görmeyenler kalmışsa bugün nihayet anlamış olmalıdırlar.”

Bu her anlamda doğru bir sözdür. Buna eklenebilecek olan ise sadece şudur; Kıbrıs sorununu çözeceğim diye, ekonomik, kültürel, kurumsal süreçleri ikinci plana atmanın; emekçilerin haklarını, kadın özgürleşmesini, laikliği, doğamızı, demokratik haklarımızı, kurumlarımızın bağımsızlığını savunmamanın ne anlama geldiğini artık görmeyenler kalmışsa, bugün nihayet anlamış olmalıdırlar.

Mücadeleyi Kıbrıs sorunu ekseninden ibaret olamayan bir gündelik süreç haline getirmediğimiz, günlük hayatın her noktasını bir özgürleşme alanı olarak kavramadığımız ve Kıbrıs sorunu dışındaki meseleleri ikincil görmeye devam ettiğimiz sürece; hakikatin duvarına toslamaya devam edeceğiz. Seçim bizim!









Başa dön tuşu