Köşe Yazarlarımız

TAŞTAN KULE






Sınıfımızın hemzemin penceresinden baktığımız vakit yolları tıkayan büyükçe bir moloz yığını görülürdü. O moloz yığınında toprakları unutacak kadar çok vakit geçirmiştik.  

Taşlardan kuleler yapıyor, taşların arasına sıkışan çıyanları dövüştürerek minicik ellerimizle bahse tutuşuyor, kimi zaman plastik bazan da eğri büğrü bir metal parçasıyla saatlerce yeni icatların peşinden koşuşturuyorduk. Moloz yığını ilk başta bize olduğu kadar annelerimize de tehdit edici geliyor, aklını başına toplamak, ilk başta bizim için delirme benzeri bir his gibiydi.  

*

Fırının karanlığında pişen ekmekler gibiydik. Zamanından önce açsan çöker, buhar kaçıp gitse tenimizde bir delik oluşurdu. Bütün o taştan kulelerimizin saygın bir suskunluğa ihtiyacı vardı. 

*

İşte o gel-git süreci yüzünden başta kendimizi kazanamıyor, kuşkularımız artıyordu. Kuşkularımızı karpuza vermiştik. Hangi manava kamyonla karpuz inecek olsa aramızdan rastgele birisi manavla anlaşıyor, bir kamyon karpuzu manava indirdiğimiz vakit göğsümüzden iki kat büyük yirmi karpuzu beleşe hak ediyorduk. 

*

En büyük eğlencemizdi. Bir çırpıda kamyonu boşaltır. Sonra hızlıca yardığımız kütür kütür karpuzları vahşice yer, kaşımızı gözümüzü bulaştıracak kadar doyardık. Yetmedi mi? O vakit karpuz savaşları yapar, karpuzdan miğferlerle moloz yığını arasında oynardık. 

*

Sanırım bu, bütün kuşkularımızı iyileştirmenin bahşettiği belirtilerdi. 

*

İleride ne olacağından habersizdik. Sabahın sayfalarını kapatmıştık da içimizde hep babalarımızın verdiği yanlış bir şey yapmışlığın hissi olurdu. Temelsiz ama, molozun içindeki taşların öz-nefreti onları dizen öz-kuşkumuzun pan zehiri gibiydi. 

*

Taştan kulelilerimizle övünürdük. Kiminin taşları dikey kesik üst üste dürülmüş, kimisinin kulesi renkli taşlardan, kimisi fizik kurallarını alt üstü edercesine dizerdi kulelerini. Tek derdimiz vardı. O da taştan kuleler yaparak moloz yığınının tıkamışlığına çareler üretmekti. Zannederdik ki, bütün taşları üstü üste, peşi sıra dizebilseydik eğer, ortada ne moloz kalacaktı, ne de molozun tıkadığı yollar. 

*

Ben önce aşağıya bacaklarım kadar taşlar savurur, iki katım kadar teraslık bir alan yapardım. Manzaralı olmalıydı. Derdim sadece kule yapmak değil, kulemin kenarına oturulduğu vakit sarı ovaların üzerine düşen gölgeler izlenmeli, akşamüstü olunca taştan kulelerin dayanabileceği dertler, neşeler, dibinde kimselere söylenememiş sırlar paylaşılmalıydı.

*

Molozdan ileri, manavlardan, fırınlardan öteye gitmemiz yasaktı. Tıkanıklığımızı gidermiş minicik boyumuzla, baltalayıcı sabah sayfalarımızın arasında yaptığımız, biricik, taştan kulelerimizi hangi yakın arkadaşımıza göstersek çekemez, kulemiz beğenilmediği vakit, kulemizle dalga geçildiği an yine tıkanırdık. 

*

Bize neyi yeğlememiz gerektiği söylense de biz yine de rüzgârla uyumlu taştan kuleler yaparak, çocukluğumuzu canlı tutma peşindeydik. 

*

Henüz içimizdeki sessizlikle temas etmeyi öğrenememiş, fırıncıyla manavın amaçsız çocuklarıydık. 

*

Taşımızın üzerine taş eklemek yerine, kulelerimizi allak bullak etmişlerdi. O gün taşların arasında oturmak, geceleyin fırtına merkezinde delirtenlerle ile takılmak gibiydi. Sanki iyileşmemiz onlar için bir tehdit, kendimize dönük kulelerimiz ise delirtenleri reddetmiş gibiydi. 

*

Delirtenler kim miydi? Onlar günden güne ne fırıncı, ne de manav dinlememiş, her geçen gün önümüze ayıklayamayacağımız kadar taşlar döken molozun sahipleriydi. 

*

Bu insanlar bizim kötü gözükmemize neden olurlardı. Genelde çok etkileyici, sıfatları Delirten Krala hizmet için kendi yeteneklerini bastırmaya kararlı bir kadronun içinde yer alıyorlardı. 

*

Biz fırıncı ve manavın çocukları dışında herkes onlar için uzun saatler çalışmaya, zanaat yerine benliğini tatmin etme uğruna harcamaya hazırdı. 

*

Delirtme dinamiği tıpkı taştan kuleler gibi güce dayanır derler. Hepsi birden bir insan grubu, kullanılmak ve tüketilmek üzere hazır bir enerji kaynağıydı. 

*

Delirtenler yakın bir arkadaşım Zehra’nın anasına babasına benziyordu. Tüm enerjisini Zehra’nın fizik kurallarını alt-üst eden kulelerini mahvetmek için adamışlardı. Üst üste yatay taşları dik getirip, üzerlerine büyükçe bir kayayı yatayca koyduğu o kritik anı seçmiş, hayran bırakacak kulesinin biteceği an çıkagelip, sanki o anı bombalamışlardı. 

*

Zehra’yla işte o gün, bombalanmış kulesinin dibinde, çömeldiği çukurda tanışmıştık. 

*

Delirtenler fırını erken açtırıp en güzel ekmeğin kendileri için pişirilmesini isterler. Molozun baktığı pencerelerin kirasından denize bakan pencere kirası almayı beklerler. 

*

Delirtenler beklenmedik bir anda evinize uğrayıp, arayıp bulamadığınız veya ödünç vermek istemediğiniz kimliğinizi isterler. 

*

Delirtenler sizi ölçüp biçerler. Delirtenler sizi harcayarak dram yaratır. Delirtenler kendi gündemlerine yoğunlaşıp bunu size kabul ettirine kadar, delirten biri için zaman istismar aracıdır. 

*

Delirtenler yüzünden, işte biz de fırıncı ve manavın çocukları olarak, içimizde yatan düşmana bakmaktan başka çaremiz yoktu. Ne kadar küçük olursak olalım ne de olsa güçlü kuşkularımız vardı. 

*

Benimki herkesten biraz daha farklıydı. Görünmez bir yardımcı elin varlığına inanmamın tuhaf olduğunu düşünmemin nedeni, taştan kulelerime kuşku duymamdan kaynaklanıyordu. Ne zaman başarıyla taşlar yerine otursa içimden bir his gitmek istiyordu. Benim için o başarı anı molozdan bile korkutucuydu. 

*

Kutsal masumlar dışında bu moloz yığınının temeliydik biz. 

*

Geceleri manavın önünde uyurken, zihnimi bir oda gibi düşünmeyi severdim. O odada yaşam, mümkün olan ve olmayan şeyler vardı. Odanın bir kapısı vardı. Kapı biraz açıktı ve biz aradan, dışarıda parıltılı bir ışık görüyorduk. Fakat bir anda kapının tokmağını yakalıyor ve kapıyı kapatıyordum. 

*

Bir sabah molozun önünde hor çiçekleri başladı ve bu sabah ilk kez ardıç kuşunu gördüm… Güller bu sıcakta bayağı iyi dayanıyorlar… Alıç ağacı gelişiyor ve taşların yanındaki o küçük akağaç… Kaktüsüm çiçeklenmeye hazırlanıyordu…

*

Taşların kendine göre bir yaşamı her birinin kendisine göre karakteri, kimliği vardır. Görünmeyeni söylemeye çalışan kulelerle, gösterdiğini söylememek arasında gidip geliveriyorduk. 









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu