Gençler Yazıyor

Keşke Önce Ne Anlatılmak İstenildiğini Anlasak






Değerli dostlarım, gelecekteki meslektaşlarım ve bu meseleye duyarlı yurttaşlar,

Dünden beridir karma evlilik sorunu ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde vatandaşlık haklarıyla ilgili açıklamalarıma dair adanın kuzeyinden gerek yapıcı eleştirilere, ama çokça linçlenmelere maruz kaldım.

Bu yorumlardan biri, hukuki bilgisine ve gerçeğe olan bağlılığına büyük saygı duyduğum bir kişiden geldi ve bu kapsamlı açıklamayı kaleme alma ihtiyacı hissetmemin sebebi oldu.

Özellikle lütfen siyaset ve hukukla ilgilenen dostlarım, bu yazı ile umarım hangi noktadan baktığımı daha açık bir şekilde anlayacaklardır.

Sadece yorum yapanlara değil, herkese karşı açık, kapsamlı ve entelektüel olarak dürüst olmakla yükümlü olduğuma inanıyorum. Bu nedenle söz konusu demeçteki düşüncelerimi net biçimde ifade etmek istiyorum.

Öncelikle çok önemli bir hususun altını çizmek isterim: Bir Kıbrıslı yurttaşın çocuğu olarak doğan herhangi bir çocuğun “doğuştan vatandaşlık hakkının” sınırlandırılmasını savunmuyorum.

Normal şartlar altında, ebeveynlerinden biri Kıbrıslı olan her çocuğun vatandaş olarak tanınması gerektiğine inanıyorum ve bu hakkın keyfi kriterlerle sınırlandırılamayacağı gerçeğini biliyorum. Ama yine tekrarlamak istiyorum, “normal şartlar altında”…

Fakat tüm bunlarla birlikte, üzerinde yaşadığımız toprakların hukuki ve siyasi gerçekliğinden de konuşmak zorundayım: olağanüstü koşullar altında yönetilen, bölünmüş bir ada gerçeğinden.

1. Kıbrıs’ın Hukuki ve Siyasi Gerçekliği

Hepimizin bildiği gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası alanda adanın tamamının meşru hükümeti olarak tanınmaktadır. Ancak 1963 yılından bu yana, Kıbrıslı Türkler Cumhuriyetin merkezi organlarında yer almamaktadır ve adanın kuzey kısmı fiili olarak Cumhuriyet’in kontrolü dışında kalmıştır. Bu boşlukta, Cumhuriyet, Zorunluluk

Doktrini (Doctrine of Necessity) denilen bir “acil durum hukuku” çerçevesinde yönetilmektedir. Bu ilke de, olağanüstü koşullarda istisnai düzenlemelere izin vermektedir.

İşte bu karmaşık hukuki yapı, vatandaşlık politikalarını da doğrudan etkilemektedir; çünkü vatandaşlık yasalarının kendisi, insan hakları hukuku kapsamında değil, devletler özel hukuku kapsamında incelenmekte ve devlete bu konularda düzenlemeye yapmaya tam yetki vermektedir.

2. Yasa: 109. Madde ve 2002 Değişikliği

Bahsi geçen ve bizleri ilgilendiren “soy bağı ile gelen vatandaşlık yasası”, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Nüfus Kayıt Yasası’nın 109. maddesidir. Bu madde, 2002 yılında AB’ye uyum sürecinde değişikliğe uğramıştır.

İlk haliyle, ebeveynlerinden biri Kıbrıs Cumhuriyeti olan çocuğun vatandaş olma hakkının olduğunu kabul ederken, 2002 değişikliği ile önemli bir istisna eklemiştir: “Yabancı ebeveynin adada yasadışı giriş yaptığı veya yasadışı olarak ikamet ettiği durumlarda, bu hüküm Bakanlar Kurulu aksi karar vermediği sürece uygulanmaz. Yasanın ne dediğine harfi harfine sizler de internet üzerinden ulaşabilirsiniz.

Bugün, karma evliliklerden doğan çocukların statüsünü ve vatandaşlığını belirleyen işte bu hükümdür. Bu yasal düzenlemeyi savunduğumdan değil; ama hukuki gerçekliği görmeden ve durumun ne olduğunu anlamadan onu dönüştürmemizin mümkün olmayacağına için sadece bunu açıklamaya çalışıyorum.

Bunun yanı sıra, ayrıca Cumhuriyet, bu sınırlamayı uluslararası hukuk çerçevesinde savunmakta ve yasal zemine oturtmaktadır. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin olağanüstü durumdan dolayı bu yasanın geçerliliğini savunacak argümanları vardır.

ECRI 2011 Raporu’nun hükümet yorumlardan görebileceğiniz gibi yasanın bu durum, Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesi ve BM’nin Genel Kurul kararları dair birçok karara dayanarak gerekçelendirilmektedir.

Üstelik ECRI Raporu’na karşı yapılan bu yorumlar, AKEL hükümeti dönemine, yani Kıbrıslı Türklere en yakın siyasi irade olarak görülen iktidarın olduğu döneme aittir.

Ben de bahsi geçen demecimde bu hususlara değinmeye çalıştım. Orada herhangi bir kişisel kanaat belirtmekten öte, Cumhuriyet’in bu düzenlemeyi hangi hukuki çerçevede savunduğunu ve bu bakış açısının nasıl şekillendiğini anladığımı ifade ettim.

3. Bugünün Gerçeği: Başvuru Hakkı Dahi Yok

Günümüzde, Nüfus Kayıt Yasası’nın 109. Maddesi, yani soy bağı yasası, yabancı ebeveynleri adaya yasadışı girmiş ya da ikamet eden çocuklara ‘otomatik vatandaşlık hakkı’ sağlamamakta ve yetkiyi Bakanlar Kurulu’na bırakmaktadır.

Bunun yanı sıra, bu maddenin bu şekilde olması da Kıbrıs’ın içerisinde bulunduğu olağanüstü durumdan ötürü, çeşitli Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetleri tarafından uluslararası hukuka dayanarak gerekçelendirilmiştir. Bu kişisel bir yorum değil; uygulamada yaşanan bir gerçektir.

Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm gelmeden de bu maddenin değişmesi, yani karma evlilik sorunu olan çocuklar için otomatik vatandaşlık durumunun mümkün olmadığını da Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki farklı arka planlardan kişiler tarafından hala dillendirilmektedir.

Yineliyorum, bu benim ‘görüşüm’ değil; mevcutta yaşanan durumun gerçekliğidir.

Ama ben de bu gerçekliği görebildiğimi ve anladığımı belirtiyorum.

Ama dünkü linçlenmelerden anladığım kadarıyla sanırım bu gerçekliği anlamamalıyım ve anlatmamalıyım. Bu çok büyük bir suç.

Bir insan anlaşmaya çalıştığı tarafın gerçeklerini görmeden, onların ne söylediğini anlamaya çalışmadan, bir sorunu nasıl çözebilir ki?

Eğer karşı tarafı anlamadan konuşmaya çalışıyorsak, bu diyalogdan öte ikili monoloğa dönüşmez mi?

Diğer tarafın bakış açısını anlamadan, diğer tarafın bizi anlamasını mı bekliyoruz?

Bu sizce gerçekten mümkün mü?

4. Benim Asıl Önerim: İnsani ve Usule Uygun Geçici Bir Çözüm

Kıbrıs sorununun kapsamlı bir çözümünü içtenlikle ummakla birlikte, böyle bir çözümün zaman alabileceğinin de farkındayım.

Dolayısıyla karma evlilik sorununa gidecek olan toptan çözümün de zaman alacağını biliyorum. Bu sebeple, etkilenen bireylerin günlük yaşamını hafifletmek için insani, adil ve uygulanabilir geçici adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Israrla vurguladığım üzere, 2007 kriterleri adaletsizdir; çünkü bu kriterler karma evlilik sorunu olan çocuklara, yabancı ebeveyninin adadaki siyasi statüsüne göre vatandaşlık başvuru hakkı tanıyıp tanımamaktadır. Yani sizin de bildiğiniz gibi, 2007 kriterlerine uymayan çocuklar şu an günümüzde başvuru hakkına dahi sahip değildir.

Benim talebim, her karma evlilik sorunu olan çocuğun Bakanlar Kurulu’na vatandaşlık başvurusu yapabilme hakkının tanınmasıdır. Bu bir kısıtlama değil, tam aksine, bir eşitlik talebidir. Her bireyin kendi hikayesini anlatma, vatandaşlık talebini yetkili merci önünde sunma hakkı olmalıdır.

Bu sadece prosedürel eşitlik demektir. Herkesin başvurusunun değerlendirilmesini istemek, kimsenin vatandaşlık hakkını kısıtlamak değil; başvuru hakkının tanınması yoluyla ilk aşama olarak mevcut sistemde daha adil bir düzen yaratmaktır.

Bu noktada da realistim ve yineliyorum: Vatandaşlık başvurularının incelenmesinin Bakanlar Kurulu’nun yetkisi dahilinde olduğunu biliyorum.

Ancak, 2007’den önce, kriterler yürürlüğe girmeden önce şöyle bir durum olduğunu da biliyorum: “Ben 2007’den önce başvurdum, X kişi ile ayni durumdayız. Onun vatandaşlık başvurusu kabul edildi; ama ben edilmedim”

Bu yüzden de dedim ki, Bakanlar Kurulu’nun vatandaşlıkları neye göre onaylayıp onaylanmayacağı, 2007 öncesinin aksine daha şeffaf olmalı.

Herkes neden kabul edildiğini ya da neden reddedildiğini, bekletilebildiğini anlayabilmeli.

Ve bu süreçte insanların eğer reddedilme gibi bir riski varsa, kişinin değiştiremeyeceği unsurlar (ebeveynin milliyeti, siyasi konum vs) yerine, değiştirebilecekleri, kişinin kendi eylemleriyle katkı sunabileceği unsurlar olmalı.

Bunun için de tartışmaya açık olduğunu söylediğim, aklıma gelen çeşitli önerileri sıraladım:

-Yunanca ve/veya Türkçe öğrenmek,

-Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı entegrasyon

-Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yaşamak, okumak, çalışmak, vergi vermek ve benzeri örnekler çeşitlendirilebilir.

Bu kriterler tarafımca ‘ceza’ olarak değil, mevcut durumda fırsatı olmayan kişilere fırsat yaratma amacı olarak sunulmuştur.

Bu yüzden önerdiğim bu kriterler, ‘doğuştan hakka sahip olan’ kişilere bir ‘engel’ olarak değil, günümüzde ‘otomatik vatandaşlık’ hakkı bulunmayan kişilerin, bir gecede değişmesi imkansız olan mevcut sistem içerisinde, adaletli bir prosedür çerçevesinde başvuru yapabilmesini sağlamak içindir.

Her zaman söyledim: Bu mesele, daha fazla kısıtlama değil; bugün hiçbir hakkı olmayanlara en kolay ve gerçekleşebilir yoldan ilk adım olarak bir kapı açmakla ilgilidir.

6. Sonuç

Özetle:

Ben mevcut hakların ‘daraltılmasını’ değil, bugün mevcut olmayan bir hakkın bu sorunun mutlak çözümüne giden yolda ilk aşama olarak tanınmasını talep ediyorum:

Her karma evlilik çocuğuna eşit bir biçimde vatandaşlık başvurusu yapma hakkı.

Belki sistemi bir gecede düzeltemeyiz. Ama bugünden başlayarak mevcut sistemi daha adil, daha şeffaf ve daha insani hale getirebiliriz. Bunu da uzun vadede eşit vatandaşlık temelinde birleşmiş bir Kıbrıs vizyonundan vazgeçmeden yapabiliriz.

Benim önerdiğim şey, şu anki statükoda hiçbir hakkı olmayanlara ara formül olarak bir yol açılmasıdır.

Umarım bu açıklama düşüncelerimi daha net ve kapsamlı bir şekilde yansıtabilmiştir.

Bu çağrım dünden beridir çarpıtıldığı gibi,

-Ne mevcut vatandaşlık haklarının kaldırılması yönünde bir teklif,

-Ne de Cumhuriyet’in bugünkü uygulamalarına sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamı taşır.

Ve umarım bu açıklamadan sonra bunu daha net siz de görebiliyorsunuz artık.

Bu sadece gerçekliği görebilen ve konuya realist yaklaşan bir hukuk öğrencisinin kendi halkına ve gelecekteki meslektaşlarına yönelttiği samimi bir ara çözüm çağrısıdır.

Lütfen konuşalım. Anlamaya çalışalım. Dinleyelim. Tartışalım. Fikir üretelim.

Ben karma evlilik sorunu olan bir çocuğum.

Üç senedir sadece kendi sorunumu değil, tüm toplumumu ilgilendiren bu sorunu çözmeye çalışıyorum.

Ama artık yoruldum.

Çünkü hiç kimse ne sebeple olursa olsun bu kadar fazla linçlenmeyi hak etmiyor.

Bu yüzden beni tanıyan ve tanıması gereken toplumuma oldukça kırgınım.

Beni benden dinlemeden yargılayan, hedef haline getiren toplumuma oldukça kırgınım.

Şu an benim gibi gençlerin adanın kuzeyinden neden göç ettiğini de daha iyi anlayabiliyorum.

Ne zaman kendi gençlerimizi yabancılaştıran ve ötekileştiren bir toplum olmuştuk biz?











Başa dön tuşu