Survivor, Dubai, AKP
Dünyanın en büyük köle pazarı Roma’daydı. Köle insan hakkını ucuzlaştırdığı için her zenginin köle sahibi olabileceği var sayılır. Halbuki Roma’da köle çok pahalı bir şeydi. İki kölesi olan birisinin çok nüfuzlu olması gerekiyordu.
İnsanlar Köle olmayı gladyatör olmaya yeğliyordu.
Bir gün bir köle taşlara şöyle yazmıştı:
“Cehennemin kapısını açsalar koşa koşa giderim”
Kölelik böyle hissettiriyordu, gladyatör olmayı köleliğe yeğliyorlardı.
Dünyanın en büyük köle dövüşü arenası Roma’da yapıldığında, iktidarda Titus vardı. Katilin tekiydi. Köle dövüşü Survivor’un (Sörvayvırın) vahşi hali gibiydi.
O zaman halk Arena’ya gidip köle dövüşü izliyordu, şimdi de televizyon karşısına geçip Survivor köle yarışı izliyor. O zamankiler köleydi, şimdikiler modern köle. Halkı uyutmamın en güzel yoluydu.
Bilimsel bir konudan bahsediyorum. Avcı ilk atalarımız avlanırken hareketli cisimleri takip ederek evrimleştiği için, hareketli cisim yaratarak oynanan futbol, erkekler tarafından çok sevilir. Bazı alışkanlıklarımız ilk insandan bugüne genimizden gelir, tarihler boyunca insandan insana devir eder. Tıpkı öldürme hissi, öldürülme korkusu gibi.
Eğer agresif iseniz, kendinizi sabote edecek rekabetçi ve hatta muhtemelen düşmanca bir zihniyete girmeden sınırlarınız konusunda iddialı ve net hale gelerek kendinizin bu yönünü yumuşatmanın yollarını bulabilirsiniz.
Maalesef insan manüpile edilebilen bir canlıdır. Günümüz teknolojisiyle bu daha mümkün. İktidarlar bu araçları kullanmayı sever.
Bir de hem Survivor izlemeyi, hem de Dubai’ye gitmeyi seven insan var Türkiye’de.
Türkiye’nin eski halini özleyen, aynı zamanda lüksü seven ve susan bir grup insan var. Hem pasif agresif hem de estetikten uzak bir eğitime mahkum edilmiş.
Dubai’ye gittiğinde özgürce giyinebiliyor ve lüks bildiğinin bir süre içinde yaşamanın ne demek olduğunu koklayabiliyor. Arap kontrolünde olan bir devlete de AKP çok ses çıkaramıyor. Gitmeyin diyemiyor.
Diğer sebebi de AKP’nin geriye kalan kitlesiyle alakalı daha çok. Chanel gözlüklü, Louis Vuitton çantalı, altın bilezikli, estetikli, jeep ile gezen, türbanlı bir kitle Dubai’yi seviyor.
CHP’de de böyle bir kitle vardı eskiden. Hac yerine sadece UMRE’ye giderdi. Atatürkçü, kaymak tabaka, birbirlerine kuzum cicim diye seslenen, inançlılardı. Türkiye’nin en büyük derdi de gerçek bir sol yönetimle karşılaşmamasından kaynaklanır.
Protokol maddelerine bakın. Hep beraber gözlerini Kapalı Maraş’a (Varosha) diktiler.
Kaz hikayesini bilirsiniz;
Kazlar büyük göçe çıktıklarında, okyanusları uçarak aşarken, rüzgara karşı o kadar çok uçmak zorunda kalırlar ki, uçarken rüzgara dayanmak ve rüzgarın şiddetini yumuşatmak için V ŞEKLİNDE uçarlar.
Fakat okyanus rüzgarları sadece geniş kanatlı Albatrosları sever.
Dalgaları köpürten okyanus rüzgarlarına dayanmak için V’nin sivri yerine, en önde uçan kazı sürekli diğer kazlar değiştirerek öne geçer.
Çünkü okyanus rüzgarlarına karşı sürekli başta duran bir kaz olsaydı, bütün tüyleri yolunurdu.
Artık solda dönüşümlü başkanlığın başladığı bir sisteme doğru gitmek zorundayız. Solda çokluklar
Marx’ın dediği gibi, değişim yaratmak için değişimin önündeki engelleri kaldırmak adına bir dinamizm yaratmalıyız.
Marksizm Türkiye’de öcü ilan edildiği için halk ne yazık ki Marksizmle buluşamadı.
Marksizm Leninizm zannedildi. Oysa ne Marksizmin Leninizmdi ne de Marksizmin iktidara gelme gibi bir isteği vardır. Çünkü Komünizm ve Marksizm evrenin uyum içinde yaşamasını esas alan bir yaşam felsefesidir. Maalesef sol da kendi düşüncelerine çok ihanet etti. Ya CHP gibi bir parti oldular ya da PKK gibi iktidara gelmek isteyen Leninist bir örgüt kurdular. Ve silahı dışarıdan alıyorsan, dolaylı olarak kapitalizmin vergisini halkına ödetirsin. PKK’da Küba’da dolaylı yoldan halkına kapitalizme vergisini ödetir.
Şu gerçek Amerikan hikâyesini biliyorsunuz,
1926’da Amerika’da büyük bir kriz oldu. Doksan bin işçi işsiz kalmıştı. Üretilen mal içeride şişti, patronlar Beyaz Saray’ın kapısına dayandı. Başkan patronlara siz o zaman devletlerin alacağı mal üretin dedi. Silah fabrikaları kurdular. Çünkü faşizm ve kapitalizmin ilerlemesi için yeni ulus devletlere ihtiyaç vardı. Bir anda iç savaşlar, ayaklanmalar, devrimler patladı. Silah üretemedikleri için Amerikan Silah Fabrikalarından satın almaya başladılar. Ne kadar silah alırlarsa Amerikan devleti satın almanın yoğunluğuna göre hibe silah verdi. Güney Amerika’da patır patır yine ulus devletler kurulmaya başlamıştı. Ulus devletler egemenliği savunur. Ve her türden egemenlik savaş ve kavga çıkarır. Silah satmak için ihtiyaç olan tek şey bir halkın egemenliğidir. Oysa ihtiyaç olan şey egemenlik yerine evrende olduğu gibi eşitlik içinde yaşamaktır. Birbiri için yaşamaktır. Evrende her şey birbiri için, birbirinin ve ortak faydası için yaşar.
Şimdi Türkiye’de marketler marketin önündeki çöpte tarihi geçmiş tavuk, yumurta, süt imha ediyor. Halkın üç temel yiyeceği alacak parası bile yok.
Türkiye ekonomisi böyle giderse ya savaşa girip kazanması gerekiyor ya da savaşa girip bir harakiri yaparak savaştan yenilmiş çıkacak. Bunun dışında elinde bir tek kozu kaldı. O da Kıbrıs gibi elinde yatırıma dönüştürebileceği bir ekonomiden beslenme.
Kıbrıs’ın tanınmamışlığını kullanmaktan bahis işte budur. Bütün illegalliği yaratan da aynı şeydir. Şimdiden Türkiye ekonomik açıdan Kıbrıs’ı kullanıyor bile.
Savaş toplumları çürütür.
Türkiye’de o kadar insanın haksız yete tutuklanması, ölmesi, heba edilmesi bile ekonomiktir. Çünkü faşizm ve kapitalizm ekonomik bir örgüttür.
Dünyadaki bütün ideolojileri ekonomik sebepler yaratır. Sağ ideolojiyi de ekonomik sebepler yaratmıştır. Kralların elinden ekonomik gücü alıp buğday zenginine verince kimse kimsenin piyasasına mal satmasın diye Ulus devletler kuruldu. Hepsi birer faşist ekonomik örgüttür.
Solda çokluklar yaratarak direniş sistemini hızlandırmak ve iktidarın işlemesine olanak veren sabitliklerden kurtulmak gerekir. Dönüşümlü başkanlık bunun ilk yapı taşıdır.
Dikkat edilirse, dünyada artan faşizm, kapitalizm karşısına geniş kitleyle çıkmak için farklı görüşten liderler bir araya gelmek zorunda kalıyor.
Halk bundan umutlu, halbuki bu birliktelikler sadece başka türden faşist, kapitalist yöntemleri hortlatır.
Solun da bu birlikteliklere gönlü kayıyor.
Halbuki soldan bu merkeziyetçi tarafa gönlü kayan arkadaşlar aslında Marksizm ve Liberalizmin birleşmesine yakın bir düşünceye sahip.
Aslında 2000’lerde böyle bir sol parti İtalya’da kuruldu. Gramsici’ydi ve Avrupa’da faşizmin yükselmesine yaradı.
Bütün bu olanlarda halkın suçu yoktur. Halk böyle giderse suça bulaşacak, suç işleyerek para kazanacak. Ölecek. Öldürecek. Çürüyecek. Neresini tutsan kopacak. Daha çok heba olacak.
Türkiye gibi dinamik genç nüfusu olan ülkeler ekonomik açıdan belirli bir büyüme istikrarı yakalayamazsa eğer çöker.
AKP’yle Faşizmle Kapitalizmle ekonomik ve refah istikrarı, gelişim, değişim olamaz. Hukuksuzluk, adaletsizlik, gelir adaletsizliği istikrarlı büyümeyi engeller.
Siyasetle ilgilenmiyorum. Oy atmıyorum. Bir şeyin değişeceğine inancım kalmadı diyen. Ben gencim. Teknoloji istiyorum, dünyayla buluşmak istiyorum diyen bir grup insanı da kendi tarafına çekmek isteyen bir sol var.
Fakat bunun için de uygun bir iletişim diline ihtiyaç var. Sol da bu iletişim gücünü animasyon, digital zannediyor. Fakat gençlerle iletişim kurarken geçmişten ders almasını savunan bir iletişim dilini benimsiyor. Halbuki gençlerle kurulacak en kötü iletişim geçmişten ders alınmasını içeren iletişim dilleridir. Ve herkesin unutmaması gerekir ki, Almanya dahil bütün dünyada ana oy kitlesi halen 50-65 yaş aralığında. Halen daha dünyada belirli türden muhafazakarlıkları benimseyen yaş grupları ana çoğunluğu oluşturuyor.
Sağ soldan sıkıldım. İdeolojiler bitti diyenler var. Sağ zaten halkla ilişkileri bilmez. Merkez sağ biraz bilir halkla ilişkileri. Faşistler ise en iyi iletişim dilini bulmuş durumda Türkiye’de.
Amerikalılara çimlere basmayın derseniz basmazlar. Oysa Türklerin çimlere basmamasını sağlamak istiyorsanız. Köylerden, koyunlardan, çayırlardan, dedelerinden bahsetmek zorundasınızdır. Türkler melankoliyi sever.
Bütün bu Türklerin genleri Orhun Yazıtlarındadır. Ve korktuklarında dayanıklılıkları artar. O sebeple İstiklal Marşı Korkma Sönmez diye başlar. Çünkü insan hür olduğu gibi insanın korkusu da hürdür.
Diğer taraftan evet ideolojiler bitti. Marksizm ve Komünizm zaten bir ideoloji değil yaşam felsefesidir.
Sağdakiler de artık kendilerini doğru tanımlaması gerekiyor. Çünkü şimdiye kadar sadece devleti sevmenin yeterli olmadığını görüyoruz. Devleti seviyorum diyen insan grubu genelde bir liderin içinden ne gelirse yapmasına olanak veren, şeffaflıktan uzak, kötücül, insanlığın faydasından uzak bir iktidar yaratıyor.
Artık mesleğimi seviyorum demek sağ için daha yeterli olabilir. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde altmışının pasaportu yok. Türkiye halkı yılda üç kez dünyayı gezebilecek ekonomik refaha sahip olsaydı faşistleri iktidara taşımazdı. Türkiye’nin en korkunç sorunu köylüktür. Köylünün yerinde zenginleştirilememiş oluşudur. Köleliğin dik alasıdır.
Türkiye kavuşamamış aşıkların, kadınsız masaların, köylülük çaresizliğine mahkum, Anadolu’nun zenginliğine kavuşturulmamış, Akdeniz’de olduğunu unutan bir ülkedir. İzmir Ege’de değil tıpkı Kıbrıs gibi Akdeniz’dedir.